Birey Olarak Farkındalık...

Başta hocaefendilerimiz olmak üzere büyük zatların tasavvuf tanımları, tasavvufun inceliğine dair yazılar, vs...
Post Reply
seyir

Birey Olarak Farkındalık...

Post by seyir »

Birey Olarak Farkındalık ve İyi İnsanlar Olarak Vazifelerimiz

Prof. Dr. Mehmet Tahir Yaren


“Salih olmak yetmez, muslih de olmak gerekir.”

Bu söz M.Es’ad Coşan Hocamıza aittir. Hocamız bu sözüyle bireysel görevlerini yapıp diğer insanların da bu görevleri yapar hale gelmeleri için çaba sarf etmeyen kişinin yanlış yaptığını söylemek istemiştir.

Muslih olmamak ne kadar yanlışsa kendi olgunlaşması yolunda çaba sarf etmeden başkalarını ıslaha kalkışmak da o kadar yanlıştır. Hocamız bunu da “kem âlatla kemâlat olmaz” sözüyle ifade ediyor. Kötü aletlerle iyi iş yapılmaz demektir.

O halde önce salih sonra muslih olmak gerekiyor.

Salih olmak manen yükselmek demektir. Bu yükselme ahlak kitaplarında değişik adlarla ifade edilmiştir.

Nefs-i emareden, nefs-i levvame, nefs-i mülheme, nefs-i mutmaine… derecelerine yükselme çabası salih insan olma yolunda bir ilerlemedir.

Dört makam diye bilinen şeriat, tarikat, marifet, hakikat mertebeleri de bir yükselişi ifade etmektedir.

Yunus Emre;

Şeriat, tarikat yoldur varana,

Hakikat, marifet ondan içeru

derken bunu anlatmak istemiştir.

İlme’l yakin, ayne’l yakin, hakka’l yakin sözleri de bilginin derinleşme yolunda katettiği aşamaların dolayısıyla da manevi yükselişin başka bir ifadesidir.

Tasavvuf literatüründe her türlü günahtan uzak durarak, Peygamber Efendimizin emir ve tavsiyelerine olabildiğince uygun bir hayat sürme çabasına “seyr-ü sülûk” denmektedir.

“Seyr u sülûk”un nefse hakimiyet yolunda çok güzel sonuçlar verdiğinde hiç şüphe yoktur. Ama bu çaba aynı zamanda bilgimizin derinleşmesini de sağlamaktadır.

Şunu hemen söyleyelim ki her sanat o sanatta ilerlemiş bir üstaddan alınır. Yaşama sanatı demek olan ahlak da ancak Peygamberimizin (as) varisi olan kamil bir mürşidden öğrenilir.

Bahaddin Nakşibend (k.s) Hazretleri “seyr u sülûk” den maksat nedir diye soranlara: “icmali olan marifeti tafsil etmek, istidlalî olan bilgiyi de keşfe dönüştürmektir” demiştir.

Marifetullah dediğimiz Allah Teala hakkındaki bilgi her müminde az veya çok bulunmaktadır. Tasavvuf terbiyesi görmemiş bir müminde minimum seviyede bulunan bu bilginin nefsi tezkiye için gösterilen çabalar sonucunda giderek derinleştiği bilinmektedir.

Önce âbid olma bahtiyarlığına erişen müminler daha sonra zahid ve arif olmakla şerefleniyorlar.

Aziz mahmud Hüdai (k.s) ;

Savm u salat, hac ile

Sanma biter zahid işi.

İnsan-ı kamil olmaya

Lazım olan irfan imiş

derken bu yükselişi anlatmak istemiştir.

Bahaddin Nakşibend (k.s) Hazretlerinin istidlalî bilginin keşfe dönüşmesi sözünü anlamak için istidlalî bilginin ve keşfin ne demek olduğunu bilmek gerekiyor.

İstidlalî bilgi,

Alem değişkendir.

Her değişken sonradan olmadır.

O halde alem sonradan olmadır

örneğinde olduğu gibi iki hükmü üst üste koyarak bunların yardımıyla yeni bir hükme varmaktır.

Keşf ise herhangi bir ön bilgiye ihtiyaç olmaksızın bir gerçeğin insanın içine doğmasıdır.

Bakara Suresinde



buyrulmaktadır. Bu ayeti kerimeden takva üzere hayat sürenlere Cenab-ı Hakkın başkalarına bildirmediği gerçekleri bildireceğini öğreniyoruz.

من عمل بما علم ورثه الله ما لم ىعلم “Kim bildiğiyle amel ederse Allah Teala ona bilmediğini öğretir” hadisi şerifi de bunu bildirmektedir.

Mevlana hazretleri (k.s) bizi istidlalî bilgiye götüren yeteneğimizi ayağa, keşfe götüren yeteneğimizi de kanada benzetmektedir.

İbadetlere devamın müminleri manen yükselteceğini ve onların artık olaylara başka bir gözle bakacaklarını bildiren Hadis-i Kutsinin konumuzla ilgili kısmı şöyledir.




Metnini kısmen verdiğimiz Hadis-i Şeriften Allah’a yaklaşmak isteyen müminlerin atacakları ilk adımın farzları ifa etmek olduğunu anlıyoruz. Daha çok yaklaşmak isteyenlerin nafilerlere devam etmesi gerekiyor. Bu çaba mümine Rabbinin sevgisi gibi paha biçilmez bir servet kazandırıyor. Artık bu mümin sıradan bir müminde bulunmayan imkanlara kavuşmuştur.

Üzülerek söyleyelim ki nafile ibadetlerin bir müminin hayatında bu kadar önemli bir yere sahip olduğu toplumumuzun büyük bir kısmı tarafından bilinmemektedir.

Nafile ibadetlerin devamlılığı büyük önem arz etmektedir. Çünkü “virdi olmayanın varidatı olmaz” denmiştir. Aksatmadan her gün muntazaman yaptığımız ibadetlere vird denilmektedir. Her gün okunan duaları yapılan zikirleri vird veya onun çoğulu olan evrad sözüyle ifade etmekteyiz. Varidat da bir takım gerçeklerin içimize doğması demektir.

Farzlardan sonra gönüllü olarak yapılan ibadetlerin önemini anlamış kimse, verilen müjdelere erişmek için hangi ibadetleri yapmalıyım derse işrak, duha, evvabin, teheccüd namazlarından başlayabilir.

Teheccüd namazının önemine işaret eden çok sayıda Ayet-i Kerime ve bizi bu ibadeti yapmaya teşvik eden çok sayıda Hadis-i Şerif vardır.

Ahzab Suresinin 35. Ayet-i Kerimesinde Allah Teala hazretlerini çok zikreden erkekler ve çok zikreden hanımlardan bahis buyrulmaktadır. Bu ayeti kerimeyi tefsir eden alimlerden öğreniyoruz ki Efendimiz (a.s) “geceleyin uyanıp, hanımını da uyandırarak iki rekat namaz kılanlar, çok zikreden erkekler ve çok zikreden hanımlar zümresinden yazılır ve sayılırlar” buyurmuştur.

Gece kalkıp günahlarının bağışlanmasını isteyenler Kur’an-ı Kerim’de methedilmiştir.

Bir Hadis-i Şeriften öğrendiğimize göre her gece en yakın semadan Rabbimiz; yok mu ihtiyacı olan karşılayayım, yok mu isteyen vereyim, yok mu günahlarının bağışlanmasını dileyen bağışlayayım buyurur ki bu çok büyük bir nimettir.

Secde Suresinde yanlarını yataklarından ayıran, yani, gece namaz ve diğer ibadetler için kalkan kimselere Rabbimizin gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hatır ve hayale gelmeyen nimetler vereceği bildirilmektedir.



Zümer Suresinde son kısmı, vaizlerimiz tarafından sık sık tekrar edilen bir Ayet-i Kerime var. Bu son kısmın meali şöyle “hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” baş taraf okunmayınca bilenler kimdir, bilmeyenler kimdir anlaşılmıyor.

Ayet-i Kerimenin bütününü okuduğumuz zaman görüyoruz ki bilenler “ahiret(in dehşetin)den korkan ve Rabbinin rahmetini uman, gece saatlerinde secde edip, kıyamda durarak taat ve ibadet eden kimseler”dir.

Teheccüd namazından başka devamlı olarak kılınmaları Hadis-i Şeriflerle tavsiye edilen diğer namazlar, İşrak, Duha, Evvabin ve gece yatmadan önce kılınan namazlardır.

Nafile namazlara bu kadar temas ettikten sonra nafile oruçlara geçebiliriz.

Oruç hem ibadettir, hem de diğer ibadetleri kolaylaştıran bir etkiye sahiptir.

Müfessirler Bakara Suresindeki

“Ey iman edenler! Sabır ve namazla (Allah’dan) yardım isteyin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.”

Ayet-i Kerimesinde geçen “es-sabr” kelimesinin oruca işaret ettiğini söylemişlerdir.

Pazartesi, Perşembe günleri; kameri ayların birinde, on beşinde, sonunda; yine kameri ayların on üç, on dört, on beşine rastlayan günlerinde oruç tutmak Hadis-i Şeriflerle tavsiye edilmiştir.

Ayrıca aşure günü ve Muharrem ayının diğer günlerinde, arefe gününü içine alan Zilhiccenin ilk on gününde Receb, Şaban, Şevval aylarında tutulan oruçlar, Hadis-i Şeriflerde tavsiye edilen oruçlardır. Bilindiği gibi Regaib, Berat ve Miraç geceleri Receb ve Şaban aylarının içerisindedir. Bu gecelerin gündüzünü oruçlu geçirmekte de büyük sevap vardır.

Sadaka vermek de nafile ibadetlerdendir. Birçok Ayet-i Kerimede önemine işaret buyurulan bu ibadetle ilgili çok sayıda da Hadis-i Şerif vardır.

Kendilerine rızk olarak verilenlerden infakta bulunanlar övülmüşlerdir.

Kıyamet günü arşın gölgesinde gölgelenecek yedi sınıftan biri de sağ elinin verdiğini sol eli bile bilmeyen yani riyadan sakınarak verdiğini gizli veren kimselerdir.

Sünnet ibadetlerden olan umre ve itikaf, Kur’an-ı Kerim’de de geçmektedir.

Hac ve Kurban’ın da nafile olanlarının bulunduğunu bilmekteyiz. Mesela çocuklar için kesilen akika nafile bir kurbandır.

Nafile ibadet olarak yapabileceğimiz zikrullah, Kur’an-ı Kerim’in birçok Ayet-i Kerimesinde geçmektedir. Bu ibadet manevi yükselişimiz bakımından çok büyük öneme sahiptir.

Rabbimiz Rad Suresinin 28.Ayet-i Kerimesinde

الَّذِينَ آَمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللَّهِ أَلَا بِذِكْرِ اللَّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

(Allah’a yönele)nler, iman eden ve Allah’ı anmakla kalpleri huzura kavuşan kimselerdir. Şunu iyi bilin ki gönüller, (ancak) Allah’ı anmakla huzura kavuşur.

buyurmakta,



Fecr Suresinde ise;

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةً فَادْخُلِي فِي عِبَادِي وَادْخُلِي جَنَّتِي

Ey (Allah’ın rızasıyla) huzura eren nefis! (Rabbini) hoşnut etmiş ve (sen de Rabbin tarafından) hoşnut edilmiş olarak Rabbine dön.



buyurmaktadır.

Meallerden de anlaşıldığı gibi Rad Suresinde kalplerin sükun ve huzurunun ancak zikrullahla mümkün olabileceği bildirilmekte, Fecr Suresinde de Rabbimiz itminan bulmuş nefse hitap ederek böyle bir nefs mertebesine ulaşan kimseyi cennet ve rıza-i ilahi ile müjdelemektedir.

Rad Suresinde sükun ve huzur bulmuş olan kalbdir. Fecr Suresinde ise nefsin sükun ve huzuru söz konusudur. Ruhu’l Beyan müellifi zikrullahla huzura eren kalbin, nefsi etkileyerek onu da sükun ve huzura yani mutmaine derecesine yükselteceğini söylemektedir. Buradan nefs mertebelerini aşmada zikrullahın ne kadar büyük bir öneme sahip olduğunu anlayabiliriz.

Kıyamet günü arşın gölgesinde gölgelenecek yedi sınıftan biri de kimsenin bulunmadığı yerlerde zikrullahla meşgul olurken gözünden yaşlar boşalan müminlerin dahil olduğu sınıftır.

Özel bir zikir şekli olan ve hadis-i şerifte افضل الذكر olarak geçen kelime-i tevhide devamın ibadetlerimiz arasında önemli bir yeri vardır. Çünkü la ilahe diyen bu sözüyle bütün ilahları reddetmiş illallah derken de yalnız Allah’ı tanıdığını söylemiş olmaktadır.

Kelime-i Tevhide devam ederken hala olaylara bakışımız, içinde yaşadığımız toplumun bize empoze ettiği yanlış bakış olarak devam ediyorsa, kelime-i tevhidi usulüne uygun söylemiyoruz demektir. Daha doğrusu dilimizle söylediğimiz söz ayrı, kalbimizdeki şey ayrı demektir. Bu noktaya çok dikkat etmek gerekiyor.

Şu ayet-i kerime üzerinde düşünelim:

وَإِنْ يَمْسَسْكَ اللَّهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُ إِلَّا هُوَ وَإِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَادَّ لِفَضْلِهِ يُصِيبُ بِهِ مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ

Eğer Allah, sana bir zarar dokundurursa artık onu, kendisinden başka kaldıracak (hiçbir güç) yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun lütfunu geri çevirecek hiçbir kuvvet de yoktur. (O,) kullarından dilediğini buna eriştirir. O çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.



Bir musibetle karşılaşırsak bunu bizim üzerimizden ancak Rabbimiz kaldırabilir. Zaten bu musibetle bizi karşılaştıran da O’dur. Elbette ki hikmeti vardır. Rabbimiz bizim için bir hayır dilemişse buna hiç kimse engel olamaz. Biz her olayda bu teslimiyeti gösteriyor, ve

لا حول ولا قوة الا بالله sırrına ermiş bulunuyor muyuz?

Cümle işler Hâlıkındır

Kul eliyle işlenir

Hakk’ın emri olmayınca

Sanma bir çöp deprenir

diyen şairin işaret ettiği gerçeği her an hatırımızda tutuyor muyuz?

Kelime-i tevhidi hayrın da şerrin de Allah’tan olduğu gerçeğini hiç unutmadan söylemek çok yükseklere çıkmanın en etkili yöntemidir.



Zikrullahla ilgili bu sözlerden sonra, kalplerin demirin paslandığı gibi paslandığını, bu pasın Kur’an-ı Kerim okuma ve ölümü düşünme ile giderilebileceğini bildiren Hadis-i Şerifin hiçbir açıklamaya gerek duyulmayacak şekilde açık olarak ifade ettiği Kur’an-ı Kerim okumanın önemi konusuna geçebiliriz.

Kur’an-ı Kerimin insanları karanlıktan aydınlığa çıkaran bir nur olduğunu Rabbimiz Hadid Suresinin dokuzuncu Ayet-i Kerimesinde bize bildirmiştir.

هُوَ الَّذِي يُنَزِّلُ عَلَى عَبْدِهِ آَيَاتٍ بَيِّنَاتٍ لِيُخْرِجَكُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَإِنَّ اللَّهَ بِكُمْ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ

Sizi (her türlü) karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, kuluna açık açık âyetleri indiren O’dur. Şüphesiz ki Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir



İnsanda bir basar bir de basiret var. Basar gözümüzün görme kuvvetinin adıdır. Basiret de kalbin gerçekleri kavrama kabiliyetinin adıdır. “Basiretim bağlandı” sözünü Türkçe’de kullanıyoruz.

Ragıp İsfehanî diyor ki; görmek için nasıl basarla birlikte ışık lazımsa gerçekleri idrak edebilmek için de basiretle birlikte Kur’an-ı Kerimin ışığına ihtiyaç vardır. Gökteki güneş baş gözünü görür hale getirdiği gibi Kur’an güneşi de kalp gözünü görür hale getirir.

Evliyaullah, seher vakitlerindeki dua, niyaz ve istiğfara o kadar değer vermişler ve manevi bir pazar olan bu vakitlerin feyzinden, bereketinden o kadar büyük haz almışlardır ki bunu ifade için “hükümdarlar bizim bu vakitlerde elde ettiğimiz kazancı bilselerdi bu kazancı elimizden almak için üzerimize ordu gönderirlerdi” demişlerdir.

Güneşin doğuşunu izleyen vakitlerde ve batmak üzereyken dua ve tesbihatla meşgul olmanın çok büyük kazançlar sağlayacağına dair Hadis-i Şerifler vardır.

İbadetlerin beklenen faydayı vermesi ancak kalbimizin saflığı ile mümkündür. Rabbimiz, her türlü dünyevi beklentiden uzak, sırf rıza-i bâri için yapılan ibadetten başkasını kabul etmiyor.

Kalbimiz çalışıyor. Biz onu takip etsek de etmesek de çalışıyor. Takip etmemiz gerekiyor ki kalbimize gelen olumlu şeyleri geliştirelim, olumsuzlara da engel olalım.

Kalbin önüne bir bekçi koymazsak oraya girmemesi gerekenler girebilir. Bu bakımdan nasıl sitelerin girişinde güvenlik, askerî tesislerin girişinde nizamiye varsa kalbin kapısında da bir bekçi olması lazım. Kalbin bu şekilde izlenmesi tasavvufun konusudur. Bu dalda uzman bir profesöre göre tasavvuf şu üç cümle ile özetlenebilir;

Kalbi kötü düşünce ve niyetlerden arındırmak,
Güzel hasletlerin kalbde yer etmesini sağlamak
İlahî tecellileri beklemek.
Evliyaullahın büyüklerinden Şemseddin Sivasî(k.s) birinci ve üçüncü maddelerde ifade edilen hususları şu mısralarla dile getirmiştir.

Sür çıkar ağyarı dilden

Ta tecelli ede hak.

Padişah konmaz saraya

Hane mamur olmadan.

Abdülhalık Gücdüvani Hazretlerinden günümüze kadar gelen kalbi izleme ilkelerinden bazıları şunlardır;

Hûş der dem: Her an uyanık olmak

Vukuf-i Kalbî: kalbe yönelmek, kalpte olan biteni takip etmek

Nigah daşt: yabancı şeylerin kalbe yönelmesine engel olmak

Baz geşt: İhlasını kontrol etmek

Sefer der vatan, halvet de encümen, nazar ber kadem, yad kerd de yine kalbin dağınıklığının önüne geçmek, gafleti bertaraf etmek için gerekli olan şeylerdir.

İlahi tecelliler kalbe indiği için orayı takip etmek bir anlamda ilahî tecellileri beklemek demektir.

Kalbi takip etmenin ana amacı kalb-i selime ulaşmak,

يوم لا ينفع مال ولا بنون الا من اتى الله بقلب سليم

“O gün ne mal ne de oğullar fayda verir. Ancak Allah’a (imanlı) temiz ve sağlam bir kalple gelenler hariçtir.” (Şuara Suresi 88-89)

sırrına mazhar olmaktır.

Kıyamet günü ancak saf bir kalbin fayda vereceğini bildiren yukarıdaki Ayet-i Kerimeden esinlenen Bayburtlu Zihnî;

Sanma ey Hace ki senden zer-ü sim isterler

Yevme la yenfauda kalbi selim isterler.

demiştir.

Rabbimizden bizleri de kalb-i selim sahibi bahtiyarlar arasına dahil etmesini niyaz ederiz.

http://www.zinde.info
Post Reply

Return to “Tasavvuf Yolu Nedir?”