MECELLE

User avatar
mehmetemin
Posts: 677
Joined: 02 Nov 2007, 16:45
Kan Grubu: 0 (+)

Re: MECELLE

Post by mehmetemin »

Bu konuda aynı neviden cinsten eşyalar kastediliyor.

Ayarı düşük altın,yüksek altın
İyi cins buğday,kötü cins buğday gibi
Birbiri ile kıyasen değiştirilebilen maddeler

Ama bir yerde elbise vs. yeni bir şey alındığında kalite farklılığından değiş tokuş değil, genelde para iadesi yapmayan mağazalar yerine muadili bir şey alınabileceğini söylüyorlar. Burda alım satımda malı değiştirmek oluyor. Çünkü bir taraf para veriyor, satıcı malı değiştiriyor ,burda o sakınca yok. Yani yeni bir akit sözleşme kuruluyor buna hukukta "tecdid yenileme" denir. Artık eski akid ortadan kalkmıştır.

Burada mağaza çok fazla bir meblağ farklılığı olsa tabi üstüne sizden para alır ama çok cüzi bir farklılık varsa kârından iskonto yapmış oluyor. Ha siz düşük meblağlı bir mal alırsanız artık sizde ya bu tavırlarına karşı para iadesi istemeyeceksisiniz ya da çok fark varsa pahalıya adi mal almamak için paranın indirilerek kendinize verilmesini talep edeceksiniz.
User avatar
deniz
Posts: 449
Joined: 06 Dec 2007, 13:33
Kan Grubu: A (+)

Re: MECELLE

Post by deniz »

Teşekkür ederim.

Allah ebeden razı olsun.
...Eğer bir mü'minin kalbin kırdıysan,
Hâkk'a eylediğin secde değildir.
User avatar
deniz
Posts: 449
Joined: 06 Dec 2007, 13:33
Kan Grubu: A (+)

Re: MECELLE

Post by deniz »

Esselamu aleyküm,

Birtakım bankaların uyguladığı, "kâr marjı" veya " kâr payı" dedikleri uygulamayı detaylı bir şekilde izah edebilir misiniz? Yada şöyle söylemeliyim ,bir miktar paramız var evde durmasın diye bankaya götürmeye karar verdik.Hiç bir şekilde param üzerinde işlem yapılmasını istemiyorum (sadece tedbir amaçlı bankaya götürüyorum).Kâr payı diye bir tanımla karşılaşıyorum. Nedir ne değildir? Nelere dikkat etmeliyim?

Teşekkür ederim.
...Eğer bir mü'minin kalbin kırdıysan,
Hâkk'a eylediğin secde değildir.
Yılmaz Haksöyler
Posts: 129
Joined: 31 Dec 2007, 22:07
Kan Grubu: AB (+)

Re: MECELLE

Post by Yılmaz Haksöyler »

7deniz wrote:Hiç bir şekilde param üzerinde işlem yapılmasını istemiyorum
Vadesiz hesabı deneseniz?
User avatar
deniz
Posts: 449
Joined: 06 Dec 2007, 13:33
Kan Grubu: A (+)

Re: MECELLE

Post by deniz »

Hocam hiç anlamıyorum butür teferruattan. Emanet üzerinde tasarruf hakkımız olmadığı göz önüne alınınca , bankadakilerde epey kafamızı karıştırdı. :?

Yine de teşekkür ederim. :)
...Eğer bir mü'minin kalbin kırdıysan,
Hâkk'a eylediğin secde değildir.
User avatar
mehmetemin
Posts: 677
Joined: 02 Nov 2007, 16:45
Kan Grubu: 0 (+)

Re: MECELLE

Post by mehmetemin »

tedbir için götürecekseniz 7deniz kardeş hiç muamele yapılmasını istemiyorsanız banka kasası kiralayacaksınız veya katılım bankası kasası artık,yoksa bankalar vaya finans kurumlarında para ayrılmaz ,ama vadesiz hesap ,ticari hesapta paranıza faiz işlemez.
User avatar
deniz
Posts: 449
Joined: 06 Dec 2007, 13:33
Kan Grubu: A (+)

Re: MECELLE

Post by deniz »

mehmetemin wrote:finans kurumlarında para ayrılmaz ,ama vadesiz hesap ,ticari hesapta paranıza faiz işlemez




Banka ile ilk defa muhatab olan biri için, çok zorlandığımı belirtmek isterim. Hiçbir işlem yaptırmadım fakat devamlı bir "kâr payı" muhabbeti dönüyor.

Bankalar hep böyle midir? Bizimle konuşan zat'a birşey soramadık.

Nedir bu kâr payı? Fasih bir dille anlatır mısınız ?

teşekkür ederim
...Eğer bir mü'minin kalbin kırdıysan,
Hâkk'a eylediğin secde değildir.
Yılmaz Haksöyler
Posts: 129
Joined: 31 Dec 2007, 22:07
Kan Grubu: AB (+)

Re: MECELLE

Post by Yılmaz Haksöyler »

En basit olarak: Kar-zarar ortaklığı.. Ticari bir anlaşma oluyor. Bankanın karına zararına ortak oluyorsunuz. Zarar ederse, sizde zarar ediyorsunuz; kar edince de size kar payı veriyor.

Ama banka kar payı adı altında faiz mi veriyor, yoksa gerçekten kar payı mı bu önemli.

Hocamıza zamanında sorulmuş bir soru şöyle:

Soru:
--Bazı kimseler, "Faizsiz finans kurumlarına para yatırılamaz, çünkü faize bulaşıyorlar." diyorlar; siz ne diyorsunuz?

--O kurumların kendileri, "Biz faize bulaşmıyoruz, faizsiz iş yapıyoruz." diyorlar. İçlerinde bazı tanıdığımız kimseler de var... Onlar da, faizle iş yapmadıklarını, kâr ortaklığı yaptıklarını söylüyorlar.
seyir

Re: MECELLE

Post by seyir »

Bugün türkiye finans katılım bankasından bir yetkiliye sordum. Katılım hesaplarındaki paraları nerelerde değerlendiriyorsunuz? diye. Ticaret yapan kuruluşlarda dedi. Mesela neresi? dedim. Mesela Ülker dedi. Dedim bi sakatlık var mı bu işleyişte? Dedi kesinlikle yok. Bizim danışmanımız Hayrettin Karaman Hoca dedi. Ona danışarak ilerliyoruz vs. dedi.

Görünüşte temiz, belki içide temizdir ama el sürmeden çoğalan paraya şahsen içim rahat değil.
User avatar
deniz
Posts: 449
Joined: 06 Dec 2007, 13:33
Kan Grubu: A (+)

Re: MECELLE

Post by deniz »

seyir wrote:Görünüşte temiz, belki içide temizdir ama el sürmeden çoğalan paraya şahsen içim rahat değil.
Biz de aynı düşünceden dolayı vazgeçtik.(Konu ile âlakalı olduğum için üzerime alındım).Teşekkür ederim.
...Eğer bir mü'minin kalbin kırdıysan,
Hâkk'a eylediğin secde değildir.
asım
Posts: 280
Joined: 01 Sep 2007, 17:58
Kan Grubu: A (+)

MECELLE

Post by asım »

asım wrote:es-selamü aleyküm!
"mehmetemin" ağabey ile diğer hukukçu/ilâhiyatçı ağabeyler (ve ablalar) her halde iş/imtihan sarmalındalar. Bu başlık gündemde ve ön sıralarda olsun diye, haddim olmayarak yazıyorum.
Yüce Allah (c.c.) sözümüzü/yazımızı anlaşılır kılsın. Âmin.
Hata ve kusurlarımızın düzeltileceğine olan inancımızla ve haddimiz olmayarak :
"Alâ hilâfi'l-kıyâs sâbit olan şey, sâire(ye) makîsün-aleyh olmaz."
(Kıyâsa aykırı olarak sabit olan şey -kabul edilen hüküm/nas-, başka meselelere kıyas edilebilen bir hüküm olmaz)

Henüz yetişmemiş tarlanın mahsulünü satmak (selem) ve sanatkarın yapacağı mamülü, daha yapmadan önce satmak (istisna) sâbittir (kabul edilmiştir). Bu durum kıyâs usulüne aykırı olmasına rağmen, sünnet ve icma ile selem'e ve istisna'ya izin verilmesi sebebiyle sâbittir.
Bu örnekten yola çıkarak, nasıl olsa selem ve istisna câizdir, öyleyse olmayan şeyleri satmak da câizdir denilemez. Bu sebeple ağacın meyvesini, daha meydana çıkmadan evvel satmak câiz değildir. Çünkü resûlullah s.a.v. efendimiz bu tür satışı yasaklamıştır.


*Kıyas :
Kıyas; hakkında nass bulunmayan bir meselenin hükmünü, aralarındaki ortak illet dolayısıyla, hakkında nass bulunan meselenin hükmüne bağlamaktır. Dört rukünu vardır : Asl, fer', hüküm ve illet.
a) Asl (el-asl)/müşebbehun bih/makîsun aleyh: Fer'in kıyas edildiği hükmün dayandığı delile, başka bir deyimle, hakkında doğrudan hüküm bulunan konuya "asl" denir. Bu asl; nass (âyet-hadis) veya icmâ olmaktadır. Çünkü icmâ'ın senedi, yani hukukî dayanağı da genel olarak nass'tır.
b) Fer'/müşebbeh/makis: Bu, asl'a kıyas yapılarak hükmü belirlemek istenen meseledir. Fer'in kıyas konusu olabilmesi için iki şart vardır:
1) Fer'in hükmünün nass veya icmâ ile belirtilmiş olmaması gerekir. Çünkü hakkında nass bulunan bir konuda kıyasa ihtiyaç kalmaz.
2) Asıl hükmün illeti ile fer'in illetinin ortak olması gerekir. Meselâ; şarabın yasaklanma illeti sarhoş etme özelliği olunca, sarhoş edici her içkinin şarap hükmünde sayılması kıyasa dayanır. Eğer bir şey sarhoş edici özelliğe sahip olmadığı halde, kişinin bünyesinden kaynaklanan bir sebepten dolayı aklın gitmesine sebep oluyorsa, o şeyin kullanılması haram olmaz. Çünkü illette ortaklık yoktur. Burada, genelleme yoluna gidilmeksizin, yalnız bu kimseye mahsus yasaklama olabilir.
c) Hüküm: Hakkında nass veya icmâ bulunan şeydir. Bunun kıyas yoluyla asl'dan fer'a geçmesi için iki şartın bulunması gerekir.
1) Hüküm, şer'i ve ameli olmalıdır. Kıyas, yalnız ameli hükümlerde olur. Çünkü fıkhın genel olarak konusu bu hükümlerdir.
2) Hükmün anlamının akıl ile kavranabilir nitelikte olması gerekir. Yani onun meşru oluş sebebini akıl kavramalı veya âyet ya da hadis bu sebebe işaret etmiş bulunmalıdır. Meselâ; içki, kumar, murdar hayvan eti, hırsızlık gibi yasakların hikmetini akıl kavrar. Fakat teyemmüm, namazın rek'atlerinin sayısı veya namazın kılınma iekli gibi illeti akılla bilinemeyen hükümlerde kıyas söz konusu olmaz.
d) İllet: Sözlükte; mevcut durumu değiştiren şeye "illet" denir. Hastalığa da illet denmiştir, çünkü, kişi bedeninde değişiklik meydana gelmiştir. Bir hukuk terimi olarak illet, mevcut durum ve hükmü değiştirmeye, mübah olan bir şeyi yasaklamaya veya yasak olan bir şeyi mübah kılmaya sebep olan şeydir. İllet aynı zamanda âyet ve hadislerin mânâ ve gayesidir.

Alâ hilâfi'l-kıyâs : Kıyas usûlüne aykırı olarak

Sâbit olan : Hükme bağlanan, kabul edilen.

sâir : Başka, diğer. Sâire : Başkasına, diğerine. (Anlaşılabilmesi için, kural dışı olarak "Sâire(ye)" yazılmıştır.
"Biz herkese hüsn-ü zan eder, kimsenin aleyhinde bulunmayı sevmeyiz. Rahmetli babamdan aldığım ders şudur ki: Oğlum "herkes iyi, ben yaman, herkes buğday, ben saman" de ve öylece kabul et." Mehmed Zâhid KOTKU (Rh.A.)
asım
Posts: 280
Joined: 01 Sep 2007, 17:58
Kan Grubu: A (+)

MECELLE

Post by asım »

"ictihad ile diğer ictihad nakzolunamaz"


Bir müctehidin usulune uygun olarak yaptığı bir ictihad, bir başka müctehidin aynı konudaki bir başka ictihadını bozmaz. Her iki ictihad da hükmünü devam ettirir. Bir başka deyişle bir müctehid ictihadıyla bir başka müctehidin ictihadını kaldıramaz. Bu prensip gereğince, İslam hukukunda, bir hakimin usulune uygun bir şekilde verdiği hüküm bir başka hakime götürülerek bozulamaz. Bir başka deyişle gerekçesiz olarak istinaf etmek caiz değildir. Bunun istisnası sultanın emridir. Sultan bir davanın tekrar görülmesini emretmişse bu davaya yeniden bakılıp, ilk hüküm hukuka aykırıysa bozulabilir. İctihadi meselelerde sultanın tercih ettiği ictihada göre hüküm verilir. Hadis i şerifte, ictihadda bulunanın, ictihadında isabet ederse on, edemezse bir sevab alacağı haber verilmektedir. Çünkü maksadı hakikati bulmaktır. Allah katında hakikat bir tanedir. Ama usulune uygun ictihad edip de doğruyu bulmakta isabet edemeyen müctehide hata izafe edilemez.

Müctehidin ictihadını ayeti kerime, sünneti nevebi veya icmaya aykırı olduğu ortaya çıkarsa, bu ictihad zaten baştan itibaren sahih olmadığından, kendisi veya başka müctehid tarafından bozulur ve onunla amel asla caiz olmaz. Çünkü “Hatası zahir olan zanna itibar yoktur” (madde 72).

Müctehidler, ictihad ettikten sonra, yeni bir bilgi, mesela bir hadisi şerif öğrendikleri zaman veya insanların ihtiyaçları, örf ve adetler değiştiği ve zaruret olduğu zaman ictihadlarını değiştirebilirler. Buna tecdid i ictihad (ictihadın yenilenmesi) denir. Müctehid artık önceki ictihadından rücu etmiş(dönmüş) sayılır.
Bu takdirde o müctehidin daha önceki ictihadına göre yapılan işler sıhhatini muhafaza eder. Bunların yeniden yapılması veya düzeltilmesi gerekmez. Bundan sonraki işlerde artık yeni ictihada uyulması icab eder, eskisine uyulmaz. Ancak tercih ehli olan, yani mezheb imamının ictihadının delillerini iyi bilen alimler, örf, zaruret, maslahat veya delilinin kuvveti sebebiyle müctehidin önceki ictihadını tercih edebilir.

Bir müctehidin aynı meselede birbirinden farklı ictihadları varsa, bunların hangisinin önceki ictihad olduğu bilinmiyorsa veya bunlardan birisi sonraki alimler tarafından tercih edilmemişse, herhangi birine uyulabilir. Aynı mezhebdeki müctehidlerin farklı ictihadlarından herhangi birine uyulabilir. Aynı mezhebdeki müctehidlerin farklı ictihadlarından herhangi birine uymak da caizdir. Ancak sonra gelen mezhebde müctehidler, bu ictihadlarından biri, delilinin kuvveti veya zamanın değişmesi gibi bir sebeble tercih etmiş ise, “fetva böyledir”, “racih kavil budur”, “bu kabul sahihtir”, “müftabih kavil budur” gibi sözler söylemişler ise, artık mukallid için bu tercihe uymak lazım olur. Bir zaruret varsa, diğerine de uyulabilir.


İslam ümmeti coğrafyaya ve zamana bağlı olarak, dinin temel kaynaklarıyla çelişmemek kaydıyla farklı farklı "icma"larda bulunabilir. Bu, İslam'ın zenginliğidir. Diyelim Endonezya, Kazan, Nijerya ya da Bosna'da bütün müslümanların herşeyi aynı anlamasını bekleyemeyiz, zaten mümkün de değildir. Pekçok değişik faktör sebebiyle değişik coğrafyalarda ve değişik zaman dilimlerinde yaşayan müslümanların (çelişik olmasa da) değişik dini uygulamaları/algılamaları olabilir. Bu esneklik, İslam'ın zaman ve coğrafya ötesi olmasının, evrenselliğinin bir parçası olarak bence çok önemli bir değerdir.

İslam geleneğinde birbirinden farklı içtihadlarda bulunan müçtehidler kendi görüşlerini şöyle konumlandırmışlardır: "Benim içtihadım yanlış olma ihtimali bulunan bir doğru; senin içtihadınsa, doğru olma ihtimali bulunan bir yanlıştır." Görüldüğü gibi mezhep imamları, müçtehidler dahi kendi görüşlerini mutlaklaştırmamışlardır. Dinin mutlak doğruları yalnızca Kur'an'da net, açık ve sarih bir şekilde edilenlerdir. Bunların dışında hiç kimse görüşünü mutlaklaştıramaz, zaten geçmişte de öyle yapılmamıştır.

”..Eğer ictihada açık konularda verilen hükümlerin geçersiz kılınması halinde yargı(dan beklenen maslahat) sağlanmamış olur. Her ictihad, başka ictihadla, her sonradan yapılan önceden yapılan ictihadı bozacak olursa, bu zincirleme olarak hep geriye doğru böyle gideceğinden hükümlere (yargı kararlarına) olan güven duygusu zedelenmiş, hükümler arasında büyük bir kargaşaya yol açar. Bu da yargıdan beklenen maslahatın elde edilmesini ortadan kaldırmış olur. Bu nedenle, kat’î delilllere aykırı olmadığı sürece, ictihadla ulaşılan hükümler bozulamazlar.”
"Biz herkese hüsn-ü zan eder, kimsenin aleyhinde bulunmayı sevmeyiz. Rahmetli babamdan aldığım ders şudur ki: Oğlum "herkes iyi, ben yaman, herkes buğday, ben saman" de ve öylece kabul et." Mehmed Zâhid KOTKU (Rh.A.)
User avatar
mehmetemin
Posts: 677
Joined: 02 Nov 2007, 16:45
Kan Grubu: 0 (+)

Re: MECELLE

Post by mehmetemin »

asım bey sağolun başlığı açtık ama ne yazıkk ki eski boş vakitlerimiz olmayınca pek araştırma yapacak vakit bulamıyoruz.

şunu ekleyeyim zaten hanefi mezhebi incelendiğinde görülecektir ki hanefi mezhebinde imameyn dediğimiz imam-ı azam efendimizin 2 meşhur talebesi ,zaten mezhebi yazılı hale getiren onlardır.imam muhammed ile imam ebu yusuf ve aslında imam-ı azamın en teveccüh ettiği fakat onlar kadar meşhur olmayan imam züferin bir konuda hepsinin birbirinden farklı ve hatta birbirine zıt denilebilecek ictihatları vardır.
asım
Posts: 280
Joined: 01 Sep 2007, 17:58
Kan Grubu: A (+)

MECELLE

Post by asım »

mehmetemin wrote:asım bey sağolun başlığı açtık ama ne yazıkk ki eski boş vakitlerimiz olmayınca pek araştırma yapacak vakit bulamıyoruz.
"mehmetemin" ağabey, dolu vakitlerinizden bir kısmını da bu işe ayırmanızı dilerim. Böyle yaparak hem bizler hem de bir hukuk (talebesi/adamı) olarak sizlerin faydasına bir iş yapmış olursunuz. Yüce Allah (c.c.) dünyada ve ahirette saadet ve selamet üzere olanlardan eylesin. (Cümlemizi de, âmin)

“Meşakkat teysiri celbeder”

“Meşakkat (zorluk), teysiri (kolaylığı) celb (davet) eder.”

Kur’ân-ı Kerîm’de mealen : “Allah sizin hakkınızda kolaylık ister, zorluk istemez.” 2/185 ve “Biz hiç bir kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemeyiz.” 6/152 buyurulmaktadır.

Efendimiz (s.a.v.)’de haber verildiğine göre mealen : “Dinde hayırlı olan kolaylık göstermektir”, “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; yaklaştırınız, nefret ettirmeyiniz” buyurmuşlardır.

Fakihlerin (İslam hukukçularının) şer’i hükümlerde ruhsat ve hafifliklere buna istinaden cevaz vermişlerdir. Zor durumda kalana kolaylık göstermek, İslam dininin (ve hukukunun) genel bir hususiyetidir.
Borçluya durumunu düzeltinceye kadar süre vermek, ihtiyaç sahibine yardım etmek, çocuğa ve yaşlıya destek olmak, sadaka, zekat, sıla-i rahim gibi bir çok konuda bu maddenin uygulanma imkanı bulunabilir. Tabi bir afet sonrası devletin bazı vatandaşlarının borçlarını ertelemesi veya uzun vadeye yayması, karz (1), havâle (2), hacr (3) gibi hukuki hükümleri sayabiliriz. Ayakta namaz kılmaktan aciz olan bir kimsenin kolayına geldiği şekliyle namaz kılması, açlıktan ölmemek için hukuken yasaklanmış bir şeyi almanın ve yemenin câiz olması, sadece kadınların bulunduğu mahallerde işlenen bir cinayet için kadınların şâhidliğinin kabul edilmesi örnek verilebilir. Ancak, açık bir nas ile yasaklanmış bir işi yapmak mümkün değildir. Meselâ, zorluk sebebiyle adam öldürmenin câiz olmaması gibi.

NOTLAR :
(1) KARZ http://www.sorularlaislamiyet.com/subpa ... e&aid=1187

Borç, kredi, altın, gümüş, nakit para ve mislî olan şeyleri başkasına ödünç vermek anlamında bir İslâm hukuku terimi. ..
Kur'ân-ı Kerîm'de "Allah'a ödünç vermek" şeklinde ifadesini bulan, fâizsiz ve karşılıksız verilen ödünç para anlamına gelen "karz-ı hasen"i de kapsamına alan altı kadar âyet vardır. Bunlardan birisi şöyledir: "Allah'a karz-ı hasen olarak ödünç verecek olan kimdir? İşte o, bunun karşılığını kat kat arttıracaktır. Ona, bundan başka çok değerli bir mükâfat da vardır " (el-Hadîd, 57/ 11, konu ile ilgili âyetler; el-Mâide, 5/12; el-Bakara, 2/245; el-Hadîd, 57/18; et-Teğabun, 64/17; el-Müzemmil, 73/20).
Bu konuda Hz. Peygamber'in çeşitli hadisleri vardır. "Bir müslüman diğer müslümana iki defa ödünç (para) verirse, bir defa tasaddukta bulunmuş gibi olur" (eş-Şevkânî, Neylü'l-İvtâr, V, 229).
Enes b. Mâlik'ten şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Allah'ın elçisi şöyle buyurdu: Mirac gecesi bana, cennet kapısında şöyle bir yazı gösterildi. Sadaka için on katı, karz-ı hasen için ise onsekiz katı ecir vardır. Cebrâil'e, karzın niçin sadakadan daha üstün olduğunu sorduğumda, su cevabı verdi: Şüphesiz, dilenci (çoğu zaman) yanında varken ister. Ödünç isteyen ise, ancak ihtiyaç sebebiyle ister" (İbn Mâce, Sadakât, 19; el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, lV, 126).

İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre, karz akdinde va'de şartı geçerli değildir. Aksi halde nesîe ribâsı söz konusu olur. Karz başlangıçta teberru niteliğindedir. Ödünç veren için bedelini derhal isteme hakkı doğar. Ancak sure belirlenmiş olur ve ödünç veren buna riayet etmiş bulunursa, ödünç alana kolaylık göstermiş ve iyi bir iş yapmış olur.


Hanefîlerin meşhur görüşüne göre, ödünç vermenin menfaat celbeden bir tarzda olmaması gerekir. Ancak ödünç verenin yararlanması, akit sırasında şart koşmaksızın ve bu konuda örf de bulunmaksızın olmuşsa bunda bir sakınca yoktur. Meselâ, ödünç alan kimse, parayı geri verirken ilâve yapsa veya teşekkür olarak evini tercihen ödünç para verene satsa, bunda bir sakınca bulunmaz. Câbir b. Abdillâh'tan şöyle dediği nakledilmiştir: "Benim Rasûlüllah (s.a.s) da bir hakkım (alacağım) vardı. Bana bunu ziyade ederek ödedi" (Müslim, Müsâkât, 120; ea-şevkânî, a.g.e, V, 231).

İslâm'da karz yoluyla kısa va'deli ve küçük kredileri temin etmek mümkün olabilir. Bu, akrabalık, dostluk, karşılıklı yardımlaşma, karşılığını âhirette alma, ileride kendisi de benzer ekonomik sıkıntıya düşerse destek hazırlama gibi düşüncelerle yapılabilir. Kısa vadeli ihtiyaçların esnaf, tüccar ve komşularla hısım akraba arasında çözümlenmesi ve bundan bir yarar beklenmemesi en güzel ve kalıcı bir çözümdür. Bu yolla fertler birbirine yaklaşır, iyilik duyguları güçlenir, ayrıca taraflar sürekli olarak karz-ı hasen sevâbına nâil olurlar. İslâm'da uzun va'deli ve büyük krediler için kâr ortaklığı esası getirilmiştir. Çünkü bir yarar olmaksızın insanların birbirlerine yardımcı olmaları süreklilik arzetmez. Özellikle kredinin miktarı büyüdükçe, bunu karz-ı hasen ölçüleri içinde çözmek mümkün olmaz. Krediye ihtiyacı olan iş adamı dürüst çalışır, ortaklarını gerçek mal varlığına hissedar yapar ve gerçek kârı paylaşmaya, ya da ortakların anaparalarına eklemeye razı olursa, kredi problemine çözüm yolu bulmak kolaylaşabilir.
Hamdi DÖNDÜREN


(2) HAVÂLE http://www.sorularlaislamiyet.com/subpa ... le&aid=873

Gönderme, nakletme, bir işi başkasına gördürme, devretme. Borçlunun borcunu
doğrudan doğruya değil de üçüncü bir şahıs veya kurum aracılığıyla ödemesi. Fıkıhta; "borcu
bir kişiden başka bir kişiye nakletmektir" diye tanımlanmıştır (Fetâvây-ı Hindiyye tercümesi
VI,187). Mecellenin tarifine göre "deyni (horcu) bir zimmetten diğer ümmete nakletmektir" (mad. 673).

Borçlunun ister bu üçüncü şahısta (muhalün aleyh) alacağı olsun ve bu alacağını
borçlu bulunduğu kişiye havale etsin (kaynaklardaki ifadesiyle; alacaklısını o kişiye havale
etsin) "Seni, bendeki şu kadar alacağını almak üzere filana havale ettim" demesi gibi, isterse
sözleşme yaparak onun vasıtasıyla borcunu ödesin, ikisi de havale kapsamına girer.

….. Havale bir akid (hukuki sözleşme) dir. Her akidde olduğu gibi havale akdi de "icab" ve "kabul" ile gerçekleşir. Borçlunun alacaklıya "alacağını almak üzere seni filâna havale ettim" veya "sana olan borcumu filandan al" demesi icab; alacaklının da: "Kabul ettim" demesi
kabuldür. "Kabul", hem alacaklı hem de havaleyi ödeyecek (muhalün aleyh) tarafın
rızasıyla gerçekleşir.
Havale akdiyle borçlu, borcu kendi üzerinden başka bir şahsa nakletmiş yani ona havale etmiş olur. Borç kendisine havale edilen kişi ve alacaklının kabuluyle akid tamamlanmış olur. Muhalün aleyh (havaleyi kabul eden, yeni borçlu) tarafından borcun ödenmesiyle de akit sona erer.

…. havale, borç ilişkilerinde ve ticârî işlemlerde kolaylık sağlamak için, sosyal bir ihtiyacı karşılamak üzere meşru kılınmış bir akiddir. Şartlarını yerine getirerek yapılacak bu akid,
insanların birbirlerini daha iyi tanımalarına, ilişkilerini ona göre düzenlemelerine, bu vesileyle
başka iyi münasebetler tesis etmelerine yardımcı olabilir.

Sosyal hayatta hoşgörü, birbirine güven, verilen sözü yerine getirme, İslâm'ın bize öğrettiği önemli prensiplerdir….
Hadis-i Şerifte, muameleleri kolaylaştırmak için, ödeme gücü olan birisine havale edilerek alacağını ondan alması istenen kişinin bunu olumlu karşılaması ve buna uyması istenmiştir: "Zengin bir insanın borcunu ödemeyip uzatması zulümdür. Bir kimse böyle zengin, borcunu ödemeye gücü yeten birisine havale edilince ona uysun, o havaleyi kabul etsin" (Ö. N. Bilmen, İstılahutü'l Fıkhiyye, Kamus, VI/298).

….Havale ile borçlu borcundan kurtulmuş olur.

Bir kimse bir şahsı, üzerinde alacağı olan bir adama havale ederse bu durumda alacaklı muhayyerdir. İsterse havale olunana gider ondan alır; isterse asıl borçludan alır.

Borçlu borcunu öder, alacaklı ise kabul etmezse; kâbul etmeye zorlanabilir (Fetâvây-ı Hindiyye tercümesi, VI, s. 192, 210).

Halit ÜNAL

(3) HACR http://www.sorularlaislamiyet.com/subpa ... le&aid=791

Men etmek ve kısıtlamak. Aynı. kökten hicr; akıl, yakınlık, hısımlık, men etmek ve himaye anlamına gelir. Terim olarak hacr; İnsanı maldan tasarruftan men etmektir. Hanefîlerin tarifi şöyledir: Hacr; bir kimseyi belli sebeplerden ötürü kavlî tasarruflarından ve yaptığı akitlerin bağlayıcı olmasından alıkoymaktır. Hacr altında bulunan kimseye "kısıtlı (mahcûr)" denilir. Kısıtlı kimse satım veya hibe gibi bir akdi veya kavlî tasarrufu bizzat yapsa, bu bağlayıcı olmaz. Buna bir hüküm gerekmez ve kabzla mala mâlik olunmaz. Kısıtlık daha çok sözlü tasarruflarda etkisini gösterir. Fiillerde hacr tasavvur olunmaz. Çünkü vuku bulmuş olan fiili kaldırmak mümkün değildir. Kısıtlının yapacağı akit mevkûftur. Yani geçerli olması hukukî temsilci olan velî veya vasînin icazetine bağlıdır (İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, Mısır 1307, V, 97, 99,108; el-Meydânî, el-Lübâb, II, 66). …..

Kişiyi hacr altına almanın meşrûluğu Kitap ve Sünnete dayanır. Âyetlerde şöyle buyurulur: "Allah'ın sizi başına diktiği mallarınızı beyinsizlere vermeyin. Kendilerine bunlardan yedirin, giydirin onlara güzel söyleyin" (en-Nisâ, 4/5). Cenab-i Hak bu âyette, velîlere mallarını sefîhlere vermelerini yasaklamaktadır., Bu, onları mallarında tasarruftan alıkoymak anlamına gelir. Başka bir âyette şöyle buyurulur: "Yetimleri nikâh çağına erdikleri zamana kadar gözetip deneyin. Kendilerinde bir olgunluk (rüşd) görürseniz, mallarını onlara teslim edin" (en-Nisâ, 4/6). Burada, yetimlerin mallarını koruyup koruyamayacaklarını anlamak için onların denenmesi istenmektedir: Âyet, rüşd'ten önce malların onlara teslimini yasaklamaktadır. Diğer bir âyette de şöyle buyrulur: "Eğer üstünde hak bulunan borçlu bir beyinsiz (sefîh) veya zayıf akıllı olur, yahud da bizzat yazdırmaya gücü yetmezse, velisi dosdoğru yazdırsın" (el-Bakara, 2/282). Burada, borcu yazdırmaya, onu bir teminata bağlamaya gücü yetmeyen borçlunun yerine bu görevi velisinin yapması istenmektedir.

Hz. Peygamber, Muaz (r.a.)'ı mal, konusunda hacretmiş, Hz. Osman da (ö. 35/655), malını saçıp savurması yüzünden Abdullah b. Ca'fer'i tasarruflarında kısıtlamıştır (eş -Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, V, 245).

Kişiyi hacr altına almanın iki sebebi olabilir. Ya şahıs kendisi veya malı bakımından korunur, yahut da başkalarının menfaatı gözetilir. Akıl has tası, küçük, sefih ve malını saçıp sa vuran kişinin kısıtlanması kendi yaran içindir. İflâs eden borçlunun kısıtlanması, alacaklıların; Ölüm hastasının kısıtlanması ise, terekenin üçte birinden fazlasında mirasçıların haklarını korumak amacına yöneliktir.

….. İslâm hukukçuları tarafından ittifakla kabul edilen hacr sebepleri şunlardır: Küçüklük (sığâr, sabâvet), Âkıl hastalığı (cünûn), bunaklık (ateh), kölelik (rikk), umuma zarar verme (zarar-ı ûmm), ölüm hastalığı (maradu'l-mevt).

Ebû Hanife (ö. 15/767) ve diğer bazı hukukçulara göre, sefihlik (sefeh, sefâhet), aptallık (beleh, belahat, gaflet) ve borç (deyn) hacr sebebi değildir. Bu sonuçları hacr sebebi sayanlara göre, bunun ayrıca hâkim kararına dayanması gereklidir. Umûma zarar verenlerin durumu da aynı hükme tabidir. Küçüklük, akıl hastalığı, bunaklık ve kölelik ise, hâkim kararına gerek olmaksızın, kendiliğinden hacr sebebi olarak ortaya çıkar.
…… Borçlular üçe ayrılır: Mâlî durumu iyi olduğu halde borcunu vermek istemeyen ve onu sürekli geciktiren kimse. Malı borcuna denk veya borcundan daha az olanlar. Ödeme güçlüğü çeken ve elinde hiçbir karşılığı bulunmayan kimse.

Ebû Hanife'ye göre, borçlular hacredilmez. Hâkim bunların mallarını satamaz. Varsa para ve borç cinsinden mallarını alacaklılarına istihsanen verebilir. Mal satılıp borç ödenmezse, hâkim alacaklıların isteği üzerine borçluyu hapseder. Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve öteki üç mezhebe göre, borçlular, alacaklıların isteğiyle hâkim tarafından hacredilir.

Mâlî durumu iyi olan borçlular, mallarını satıp borçlarını ödemekten kaçınırlarsa, hâkim onların mallarından yeteri kadarını satar ve bedelini alacaklılara dağıtır. Ancak hâkim, borçlunun âilesi için zarûrî ihtiyaçlarından olan yiyecek, bir iki kat elbise gibi giyecek, mesken ve benzerlerini satamaz (el-Meydânî, a.g.e., II, 20; İbn Âbidîn, a.g.e., V, 101). …..
Hamdi DÖNDÜREN
"Biz herkese hüsn-ü zan eder, kimsenin aleyhinde bulunmayı sevmeyiz. Rahmetli babamdan aldığım ders şudur ki: Oğlum "herkes iyi, ben yaman, herkes buğday, ben saman" de ve öylece kabul et." Mehmed Zâhid KOTKU (Rh.A.)
User avatar
mehmetemin
Posts: 677
Joined: 02 Nov 2007, 16:45
Kan Grubu: 0 (+)

Re: MECELLE

Post by mehmetemin »

islam hukuku ile batı hukunun muamelat hukuku birbirine benzer.

en temel farklılık faizdir.islam hukuku faizi kesin ret eder.buna mukabil batı hukukuda temelini faiz üzerine kurar.
yoksa ticaret ,borç,alım satım,emanet,ödünç birbirine benzer.

islam hukukunu sadece ceza hukuku gibi gösterip ondada işte recm var,kolunu keserler gibi korkutanlara karşı islam hukukunda her türlü hukuki müessese vardır. diyerek bu konularıda öğrenmek ve anlatmak lazım.

karz ,

yeni kanunda adı tüketim ödüncü olacak ,ödünç alınan şey tüketilir,yerine aynı cinten ama farklı bir mal verilir.

yumurta istedi verdiniz yerine başka bir yumurta verecektir muhakkak.

en çok kullanılanı para ödüncüdür.altın ödüncüdür.

birde kullanım ödüncü vardır eski dilde ariyet ve hala kanunda ariyet diye geçer.

bir arabayı ödünç aldınız ,kullandınız geri verdiniz.
kullanım ödüncüne dikkat etmek lazımdır. mala zarar vermekten kaçınmak lazımdır.

havale ilişkiside ticari olarak ülkemizde poliçe adıyla bir senet türü vardır.kişi borcunu alacaklı olduğu birine poliçe çekerek verebilir ama ülkedeki ticari güven nedeniyle hiç uygulması olmayan bir senet ve hukuki ilişkidir.
Post Reply

Return to “Fıkıh”