Ümit Akdemir'le Röportaj

Üyelerimizin bildirmek istediği duyurular, haberler vs.
Post Reply
Leyla Hanne
Posts: 1395
Joined: 22 Nov 2007, 21:24

Ümit Akdemir'le Röportaj

Post by Leyla Hanne »

Cuma akşamlarımızı şenlendiren, bize değişik ufuklar açan Ümit Akdemir Bey'in kendi sitesindeki tercüme-i halini sizlere sunuyorum.Biraz uzunca ama zevkle okunuyor. :)

http://umutrehberi.com/
http://umutrehberi.wordpress.com/


"est-i bus-i arzusiyle ger ölürsem dostlar

Kuze eylen toprağım sunun anınla yare su,"


Diyerek söyleşimize başlayalım.

Bu muhteşem beyit sizde ne anlamlar ifade ediyor Ümit bey?

Sadat-ı kiram’dan Abdülaziz Bekkine (rh.a) bir sohbetlerinde “Dünyada her şeyin bir ölçüsü, tartısı vardır. Sevginin tartısı da fedakarlıktır. Fedakarlık yapmayanın sevgisine inanılmaz” buyuruyorlar. Madem ki aşkta sevginin cinnet hali, şiddetinin zuhuru, onun da delili vermektir. Ama fedakarlığın da ötesinde içten pazarlıksız bir ihsan ile vermek. İşte Ehl-i beyti Mustafa’nın, müstesna aşık-ı sadığı, Su Kasidesinde önce bu makamda sebatından sonra iddiasının delili olarak bu uğurda hertürlü zahmetlere göğüs gererek

fedakarlığın zümrüt tepelerinde seyran eyliyor. Fuzuli için aşık-ı sâdık dememiz hem hayatını o toprakların türbedarlığı ile idame ettirmesinden hem de Leyla ile Mecnun adlı mesnevisindeki Cânı canana vermektir kemali aşkın, Vermeyen can itiraf etmek gerek noksanına Beyiti ile aşk bahsinde kemalin tarifini yapmış olmasındadır. Öyle ya Aşk sevgili için var olmaktır, sevgilisi için can taşıyan aşıktır, canı için sevgili arayan ise menfaatperesttir, ticaret peşindedir. Turuku aliyye’de ise aşıkların dudağına sunulan ilahi sevgi kadehi Kerbala toprağından yoğrulmuştur. Bu yolun uluları, başuçlarında Kerbela toprağından mamül bir tuğla bulundurur, hamuş olduklarında ise göz çukurlarını bu tuğla ile sırlanmalarını vasiyet ederlermiş. Bu ince duyarlılık Fuzuli hazretlerinin sermaye-i ömründen geçerek selam verdiği, huzura durduğu, dost toprağından, zamane aşıklarına, nebevi iklimden gül kokuları taşımıyor mu erenler?


Ümide ,denize, okyanusa, ya da fihimafihe olan yolculuğunuz 2001’de kapısını bulmuş.(belki de hep o yoldaydınız bilmiyoruzJ) O sarayda ilerliyorsunuz. Bu yolculuktaki sırları, güçlükleri ve kapıdan sonrasını bize anlatır mısınız?

Hz. Aişe (r.a) ‘dan rivayet edilen bir hadis-i şerif vardır; “Ruhlar, techiz edilmiş askerlerdir. Ezelden tanışanlar birbirini severler, birbiriyle uyuşamayanlar da bir türlü anlaşamazlar, uyum sağlayamazlarİ.” Tam da burada fakîre gösterilen bir manadan bahsetmek istiyoruz, 1993 yazındayız, üniversiteye hazırlık için bir yurtta kalıyoruz. Valide Hatun’un nidâsı ile uyanıyoruz.

- Evladım seni arıyorlar, aşağıya geliver.

Beyazlar içinde, cemali zahir bir nur yüzlü var karşımızda. Elindeki kağıdı uzatarak imza atmamızı istiyor. Neden? Ne yapmışız? Sızlanmalarını tebessümle karşılayarak

- Senin İsmin de var listede sadece karşısını imzala diyor. Çaresiz imzalıyoruz.

Bize gösterilen sayfada pek çok isim var neden sonra hatırlayabildiğimiz isimlerden bazıları ile dünya hayatımızda tanışmak bilişmek nasip oldu. Yıllar sonra mübarek bir vesile ile sohbet halkasına dahi olduğumuz Şeyh Efendi’nin intisab merasimine

- Evladım çok beklettiniz bizi! diyerek başlaması ile açıldı kapılar.


Seyr-i sülukumuzda, Mevlanın lütf û keremi, Şeyh Efendinin sohbetlerinden aldığımız feyz ü bereket ile hayatı bambaşka bir pencereden seyreder olduk. Ziyaretlerimizden birinde Beşiktaş’ta Yahya Efendi Dergahı Camii İmamı merhum Abdulhay Efendi hazretlerini tanıdık. Sevenlerine yazdığı bir mektubunda “Kahır ile lütfu bir yerde görmedikçe insan şirk-i hâfiden kurtulamaz.” buyuruyor. Anlıyoruzki “Tevhîd”in aksi “şirk” imiş meğer. Demekki güçlük, zahmet ve sıkıntılar tamamen bizim idrakimizden, tevhid telakkimizin zaafiyetinden kaynaklanıyormuş.


İşbu sırlardan sonra her müşkül işimizin âsan oluşu, hiç ummadığımız yerden derdimize derman erişmesi ile bulduğumuz misilsiz şifayı ise Niyazi-i Mısri hazretleri ifşa ediyor:

Kahr ile lutfu şey-i vahid bilmeyen çekti azap /Ol azaptan kurtulup sultan olan anlar bizi Ne ettik de bu nimete erdik bilemiyoruz, şükrünü edadan da aciziz, ancak dua ediyoruz Rabbimize Nâmımızı defter-i uşşâktan ihrâc etmesin diye.


Bilgisayar öğretmenisiniz, web tasarımı yapıyorsunuz, harika bir de siteniz var. Cuma gecelerinde gönüllerimize azıklar yolluyorsunuz. Site ne durumda? Size neden böyle bir site kurdunuz diye sorsam abesle iştigal etmiş olur muyum? J


2001 yılı sonlarında bir e-dergi olarak başladı “umutrehberi” fikri. Mesleğimiz gereği mesaimizin büyük bir kısmı ekran karşısında geçiyor. Bu meşguliyetin bir de zekatı olsa gerek diye düşünürken insan kullanım kitabından bir ayete takıldı zihnimiz:

“De ki: Sizi yaratan, size kulak (lar) gözler ve gönüller veren O’dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz” (el-Mülk, 67/23);

Demek şükrümüzü önce kulağa, göze ve sonra gönle hitab ederek ifa etmeliydik. Vira Bismillah deyip başladık siteye, günlük hayatın hayhuyundan arta kalan zamanlarda güncelliyorduk dergiyi. Ama tek kişilik kadrosu ile (bu gerçeği hala değiştiremedik) bir e-dergi olarak ayakta kalmayı başaramadık. 1 sene sonra site, grafik-tasarım çalışmalarımızın yeraldığı bir galeriye dönüştü. Bu dönemde yoğun bir şekilde, bizi etkileyen sözler üzerine Photoshop mamülü duvarkağıtları ile uğraştık. Pek çok online galeri sitesinde sergilendi bu eserler. Coroflot, MuslimWakeUp, MuslimHeritage, Iskenderpasa, Semazen gibi sitelerden haketmediğimiz bir rağbet gördük.

Theartgallery.com.au daki eserler için istenilen “Our Style-Tarzımız” metnini burada paylaşmak isabetli olacaktır.: “İslam sanat ve mimarisinin en seçkin örneklerini, bir dünya görüşü olarak İslam’ı referans alan anlayışın, düstur kabul edilen çarpıcı mesajlarıyla barıştıran Akdemir, çizgisini; zevk-i selim ışığında, gönülden gelen esinlerin, tasavvufi ahlakın ilkeleriyle yoğrulması ve bu ulvi heyacanın, sanat değeri yüksek motifler, futuristik soyut tasarımlar ile dijital teknikler yardımıyla ifadesi olarak tanımlamakta.”


Nihayetinde (eksik de olsa) sitenin bu hali GÖZE hitab eden kısmıydı.GÖNLE de hitab etmek gerekirdi. Hz. Ali (kv) ‘nin rivayet ettiği bir hadisi şerif ile yeni bir kapı açıldı gönül iklimimize. “Cuma günü olduğunda, kuş kuşa, vahşi hayvanlar vahşi hayvanlara, yırtıcılar da yırtıcılara “Selamun aleykum, bugün Cuma günüdür” derler.” Düşünebiliyor musunuz hayvanlar bile o günün farkında. Biz de etrafımızda bir farklılık başlatmalıydık Cuma bayramında. Her Cuma ulaşabildiğimiz bütün dostların cep telefonlarına kısa mesajlar göndermekle başladık işe. Bu mesajlar zamanla bir ayet, bir hadis-i şerif, bir de kelam-ı kibardan oluşan kartvizitlere dönüştüler. Antalya’da mutad olarak Cuma’ları devam ettiğimiz sohbetlerde, katılanların gömlek ceplerinde dursun hafta boyunca hayra vesile olsun niyetiyle “SON UYARI” adlı ehline verilen haftalık azıkları dağıtmaya başladık. Tam 41 hafta devam etti “son uyarı”lar, ardından 18 hafta boyunca, Hz. Pir Mevlana’nın beyitlerinden ve bu manaların işaret ettiği ayetlerden “Divan-ı Aşk” serisini hazırladık. Her Cuma kısıtlı sayıda kişiye cep telefonlarından ulaşıyorduk, kartvizitler sadece sohbete katılanların cebindeydi. Bütün bu çalışmaları aynı zamanda umutrehberi arşivine de ekliyorduk. Ne varki site yapmak bir anlamda ziyaretçilerin gelmesini beklemek demekti.

Gelmesini Beklemeden canların “gelen kutularına” gitmek, dost elimizi uzatmak gerekti.


Mütevazı sayıdaki üyemize ve ilgili haber öbeklerine toplu e-postalar göndermek suretiyle uzattık elimizi. 2006 yılında Divan-ı Aşk ve Son Uyarı ları bir araya getirip “Huzur İklimine 40 Altın Damla” adlı bir kutu hazırladık. Bayrak yayınlarının eşsiz gayreti sayesinde bir derginin promosyonu olarak binlerce cana ulaştı, mevlaya binler şükürler olsun.


Şimdi bu çağrı, Türk Musikisi, Mevlevi, Tasavvuf ve Sufiler gibi internet grupları sayesinde binlerce cana ulaşıyor, kendi adres defterindeki arkadaşlarına Cuma mektuplarını iletenler de cabası…170. Haftasında sayısı 3000 e varan üyemize gönderdiğimiz “Cuma mektupları” esrarını merhum Mehmed Zahid Kotku hazretlerinin Cennet Yollarında’ki bir tavsiyesinden alıyor: “Gece sabaha kadar bir şeyler okusanız, sabahleyin de onları kaleme alıp, bir eser meydana getirseniz ve bunu dünyanin her tarafına gönderme imkanına sahip olsanız, bunu okuyup da, imana ve İslama gelenler veya yaptıkları çirkin şeyleri terkedenlerin sevabı, hep sizlerin defterine eksiksiz olarak yazılır.




MESTmp3, Aşkın ile Aşıklar, Uyaneygözlerim, Umut Rehberi, Semazen.net, tasavvufla ilgilenenlerin uğrak noktası olan siteler. Nasıl tepkiler alıyorsunuz? Bu siteler gönül dostlarının ruhunu doyuruyor ama şu da olsa iyi olur diyenler oluyor mu?

Bizim sitelerin bir ucu kapalı çok istek olmasına rağmen ziyaretçilerin birbirleriyle iletişim, paylaşım içinde olacakları forum sayfalarını açmadık. Minimalist ve pek sade bir yaklaşımımız var. Amacımızdan sapmak, niyetimizi bozmak istemeyiz.


Lakin canların teveccühü ve gördüğümüz lüzum üzerine her hafta eskimeyen musikimizden, medeniyetimizin seslerinden bir eseri ve notasını eklemeye gayret ediyoruz. Böylece pür taksir haliyle de olsa, GÖZE, KULAĞA, GÖNLE hitab edecek, hayra vesile olacak UMUTREHBERİ ile bu yolda şükrümüzü ifadan aciz isek de kazası ve rızası yolunda olduğumuzu göstermek istedik.


Peki MESTmp3 ler nasıl doğdu?


Aslında Bir öze dönüş hareketini başlatmak, önce bir zevk arınması, estetik tasfiye (saflaştırma) yapmak ardından neyi dinlemeliyiz sualine cevap bulmak istiyoruz. İşte kulaklarımız bunun için birer kapıdır, Açılan bu kapılara köprüler aşk ile kurulur.

Malum insan zihni varlığını iki şeye borçludur: Göz(cemal), kulak(musiki). Bu iki yerden zihin beslenir. İyi şekilde, kötü şekilde beslenir. İyi şekilde beslenmesinin gıda hazinesi musikidir. Mestmp3 ile Kulaktan kalbe giden yolları pâk eylemek niyetindeyiz ki bu eserler

Kadim bir geleneğin minik bir parçası, müthiş bir medeniyetin musiki dili üzerinden aktarılmasıdır. Bir eğlence müziği değildir arkasında müthiş bir felsefe, bir hayat anlayışı, medeniyyet tasavvuru olan bir büyük mistik tasavvufi yapının sesler, perdeler ve özellikle güftelerle aktarılışıdır. HER CUMA huzur ehline, hayra vesile olsun niyetiyle ikram edilir.


Neyzensiniz , kamışlıktayken mi neyken mi daha çok inliyorsunuz?

Öncelikle sualinizin ilk kısmına neyzenliğimize değinelim, zahirde mutriban arasında hasbelkader Antalya’da Mevlana Kültür Sanat vakfı bünyesinde pek çok eser geçtik, konserlerinde neyzen olarak bulunduk. Lakin emaneti teslim aldığımız kudsi nefeslerin yanında bizim neyzenliğimiz burada bahse şayan bir mesele değil. Aşk ile inleyerek üfleyene kulak vermek gerek. Bizim üflediğimiz havadır, hevâdır. Zaten Hazreti Pir’in ifadesiyle “Bizim Semamızda, Neyimizde Halkı Hakk için avlamak yolunda bir tuzaktır.” Zannımızca enstrumana, vesileye gereğinden çok ehemmiyet vermek yerine bu vesilenin kılavuzluk ettiği Hakikat ile vakit harcamak gerektir.



İnleme kısmına gelince, Ruhlar meclisinden sonra İnsana can verilirken “ve nefehtu fiyhi min ruhi” ayetiyle haberdar olduğumuz ilahi nefes, benzi solmuş, sinesi ateşle dağlanmış olduğu halde kamışa üflendiğinde neyzen aradan çekilmiş olur ki Necip Fazıl Ben o kudsi nefesin üflediği kamışım, Ses onun imzamı atmışım, atmamışım derken bu hakikatleri dile getirir. Hazret-i Mevlânâ bir rubâîsinde, “Neyi dinle ki neler neler söylüyor, Allahın gizli sırlarını tekellüm ediyor. Yüzü sararmış, içi boşalmış, başı kesilmiş, Neyzenin nefesine terkedilmiş olduğu halde dilsiz ve kelamsız Huda Huda diyor.” buyurmuştur. Öyle ki kendisini ilahi nefese teslim etmiş ve ondan gelen sırların, hakikatlerin aktarılmasında bir vasıta olmaktan, güzelliklerin yansıtılmasında ayna olmaktan öte başkaca bir varlığı yoktur.


Bize düşen Neyin nefesinden çıkan hayat iksiri sadedindeki sadayı, işitebilmek ve ruhumuzu o sesle mayalamak…vesselam…



Tasavvufla İstanbul’da tanışmışsınız. Bunun öncesinde Ümit Akdemir ne yapardı? ne okurdu? Ne severdi?


Küçüklüğümüzden beri tasavvufi eserlerin okunduğu, musikisinin dinlendiği meclislerin içindeydik.İmam-ı Rabbani ve İmam-ı Gazali’nin eserlerinden başlayarak klasik tasavvufi metinlerinden pek çoğunu altını çizerek okuduk. Hassaten Niyazi- Mısri Hazretleri’nin bütün eserlerini sanki bir dedemiz bize nasihat ediyormuşçasına döne döne okuduk.

Belki de en mühimi, 1993 yılından başlayarak her gece uyumadan evvel mutlaka bir mürşid-i kamilin sohbet kayıtlarını dinleriz; tasavvuf sohbetleri, hadis ve tefsir sohbetleri. Bu sayade yıllar geçtikçe, gönlümüzde ilahi esrara bir aşinalık, dimağımızda tasavvuf geleneğine dair damlalar birikmeye başladı. Hem madem uyku muvakkat bir seyahat,

yola azığımızı almadan çıkmadan olur mu azizim?



İstanbul,Konya,Kütahya,Uşak,Bursa deyince aklına ne geliyor. Tek tek açıklamanızı rica etsem:

“Şeref’ül Mekanı bil mekîn” derler Araplar. Mekanların şerefi, değeri o mekanda yaşayanlardan, mekanı makama çeviren Hak dostlarından gelir. Bu hikmetin farkındaki eski güzel insanlar bir şehre girdiklerinde o şehrin direğini, ulularını ziyaret etmeden varacakları yere gitmezler imiş. Bu âciz ve zaîf ve miskinin şehir telakkilerinden ziyade İstanbul,Konya,Kütahya,Uşak,Bursa ‘yı makam edinmiş, erenler kervanının uluları ile bilmek gerek mekanları. Şehirleri tek tek açıklamaya gelince, o şehirlerin meşhurlarını izah etmek demektir ki buda cehlimizin dizboyu olduğumuz yer demektir.

Susmak gerek vesselam



Cana şifa ruha gıda sema’ da yapıyor musunuz?

Biz susalım da ehli olan Esrar Dedemiz söylesin:

Görenler sanır ki safadan sema-i rah ederim

Döner döner bakarım kûy-ı yare ah ederim



Mevlevi ayinlerinin popülerlik kazanması sizce Mevlevi öğretisine zarar veriyor mu?

Şimdi efendim Hz. Pir Mevlana’nın irşad vasıtalarından biri de insan psikolojisi ve toplum hayatı üzerindeki tesiri malum olan musiki ve semadır.

“Semâ” adı ile bilinen Mevlevî Âyininin resmi adı “Mukabele-i Şerif”tir ki her safhası musikisinden kıyafetine kadar remizlerle yüklü bir ibadettir, bir büyük zikir formudur.

Hz. Pir Mevlânâ: “Şu halde Semâ aşıkların gıdasıdır. Çünkü Semâda Allah ile buluşma hayali vardır.” buyurur. Semâ kulun hakikate yönelip akılla – aşkla yücelip, nefsini terk ederek Hak’ta yok oluşu ve olgunluğa ermiş, kâmil bir insan olarak tekrar kulluğa dönüşüdür. Semâ’daki dönme hareketi, musikinin nağmeleri ile birleşir, her çark atışta zikredilen “Allah” ism-i Celâlinin feyzi, gönlü bir ağ gibi sarar, kuşatır, dervişi eritir, şeffaflaştırır, bir nur sütunu halinde Hakk’a yüceltir. Peki genelde Mevlevîliğin özelde ayini şeriflerin bir folklor unsuru olarak algılanmasının önüne nasıl geçilebilir?

Şunu kabul etmek gerekir ki, Mevlevî Ayini çok göz alıcı bir rakstır. Batılı seyyahlar yüzyıllar boyu Mevlevî Ayini’ni yazı, resim ve diğer görsel unsurlarla tanıttı. Ancak Mevlevîlik aslında bir kapalı kutudur ve gerçek Mevlevî Ayini’nden ehli olmayan sıkılır. Çünkü dört selamı vardır. Müziği özeldir. 75 tane Sema Ayini vardır. Her biri 45 dakika sürer. Nat- ı Peygamber ile başlar. Müziklerinin çok özel formları vardır. Bunu Unesco çok iyi biliyor ki bütünüyle korunması elzem olan “Dünya Kültür Mirası” kapsamında koruma altına alıyor.



Sema, batının algıladığı ve dolaşıma soktuğu haliyle bir “mistik dans” idi. Zikir ise elektronik müzik ile meczedilebilecek “sufi trance” ve bütün bunlar maddenin kasıp kavurduğu iklimlerde KABZ halini yaşayan popüler kültür için alınır satılır meta haline dönüştürüldü. Tüketim merkezli yaşam içinde Batı’da (ve bir yüzü batıya dönük olanlarda) bu KABZ haline bu sıkıntılı duruma bir deva olarak tasavvuf kültürünü pazarlamaya koyuldular. islami referanslarından ve otantik orijininden uzak Batı kaynaklı ve yatay gelişmeci ’sufizm trendi’nin, ıslah olup olmayacağı, entelektüel planda klasik metinleri yeniden keşfetme sürecine, ‘insan-ı kamil olma yolu’nda dikey gelişime katkı sağlayıp sağlamayacağını, sanat ve edebiyatımızda, sosyal ve düşünsel hayatımızda önümüze bir ufuk düşürüp düşürmeyeceğini de bu ilgideki niyetin niteliği belirleyecek. Bütün olup bitene tıpkı eski zaman dervişleri gibi ‘Ya Rabbi taklidimizi, tahkik eyle’ diye dua edip sufiyane bir bakışla ‘Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler’ diyerek tevekkül ederek bakmak en iyisi belki… Zira bu mütevekkil ve aşkın bakış, tarihsel süreçte onca tahkir ve tezyife rağmen bu zengin birikimin bugüne taşınmasında çok etkili oldu.


Tasavvuf; zâhir(ibadetlere devam) ve bâtın(Yaramaz huylardan, ve hayvan sıfatlarından kurtulup iyi huy ile huylanıp, elinden, dilinden kimsenin incinmeyip rahatsız olmaması, gönlünü gıll-u gışdan yani kötü ve insafsız düşünce ve niyetlerden pâk edip, daima Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda onu görüyor gibi güzelliğine hayran olma) itibariyle ehlullahın ebedi ile edeplenmektir. Tasavvuf kitaplar dolusu satırdan değil sadırdan öğrenilir, her kişinin değil er kişinin işidir ki demirden leblebidir ki bu da onun popülerleşmesinin kendi tarifinden gelen muhafazasıdır.


Aslında bu sualiniz tersinden okunmaya da pek müsait. Bizler dahi haddi aşarak her Cuma dostlarımıza mektuplar gönderiyoruz. Lakin Hakikate varan yollara mahlukatın nefsi adedincedir. Hangi canın hangi söze ihtiyacı vardır bilmek için Hakiki bir yol gösterici olmak gerek ki nefsimiz mürşid-i kamil ahvalinden de mürid-i sadık’ın yol ve gidişatından da fersah fersah uzak. Sözü, muhtac/ehil olmayana söylemek SÖZE ihanet, alime söylemek onun ilmine, haline ihanet oluyor. Makam sahiplerinin işareti ile, belki yardımı dokunur maya tutar da hale dönüşür deyu, her sözümüzü kendi nefsimize söyleriz, demir leblebiyi evvel kendimiz çiğnemeye gayret ederiz her mektubun ahirinde ki niyazımızın sırrı da bu minval üzeredir:



Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .


Her şeye rağmen bu meydanda, fakirden sâdır olan pek cür’etkâr lâf ı güzaf’tan naşi erenler kervanındaki yol ulularından cehlimizden nâşi özrümüzü beyan eder, halimizin ıslah olmaklığı için inkişafa vesile himmet, medet ve feyizlerini umarız. Mutlak Hâdî, Mutlak Mugîs ve Mutlak Muîn ancak Allah’tır. Fakat, Cenâb-ı Hak bazen o salih kulları, ilahî hediyelerinin tevzi memuru gibi istihdam etmektedir.


Değil ise bu ham ervah duruşumuz ile hafazanallah Himmet Dede durumunda düşeriz.

“Kendi muhtâc-ı himmet bir dede / Bilmez ki gayrıya nasıl himmet ede.”


Genç yaşınıza rağmen güzel işler başarmışsınız. İnternetle de oldukça meşgulsünüz anladığım kadarıyla. Aileniz bu duruma ne diyor? Kalk gözlerine yazık tarzında tepkiler alıyor musunuz?

1990 dan beri bu ekranın karşısındayız. Namaz saatleri dışında başında ayrılmadığımız günler oluyor. Bir gün gelen bir e-postada “O seni kapatmadan, Sen onu kapat” diyordu bilgisayar düşkünleri için. Bu uyarı, hane halkına ve dostlarımızaa ayırdığımız mesaiyi yeniden gözden geçirmemize vesile oldu. Yine de önceleri valide sultan, şimdilerde hatun ve evlatlarımızın uzak geçen zamanlardan pek de hoşnut oldukları söylenmez ne var ki zahmet olmadan rahmet de olmuyor. Gül yetiştirmek için toprak olmak gerekiyor..



Şiirle aranız nasıl? Dini tasavvufi Türk şiirine merakınız ortada. Lakin Batılılaşma dönemi şiirimiz ve günümüz şiiri hakkında ne düşünüyorsunuz. Beğendiğiniz şairler kimlerdir?

Meydanı boş bırakmazlar erenler, bu ilahi aşkın ve aşkın duruşun elbette her dönemde temsilcileri olmuştur. Lakin bizim duruşum hep söylenmeyenden yanadır.



Aşkı anlatmak için bin söz desem / Görse bir aşık susarmış dil o dem

Söz de kafi gerçi aşkın şerhine/ şerh olandan olmayan yeğdir yine

Her ne var dünyada şerh eyler kalem / Aşkı anlat derseniz çatlar o dem

Aşkı tefsir et desek aciz beşer / aşkı tefsir etse ancak aşk eder



Diyen Hazreti Pir’inden, Üsküdar Mevlevihanesi postnişini Ahmet Remzi Akyürek Dede vasıtasıyla sırr- manayı dem-i Hazreti Mevlanayı doya doya nuş eyleyen

merhum üstadımız Arif Nihat Asya’da öyle demiyor mu



“İçsen bu sudan dostum, bir daha susamazsın;Bir hal gelir ağlayamazsın, susamazsın!”


Takip ettiğiniz kültür-sanat-edebiyat dergisi var mı?

Yayında olduğu vakitler; İlim ve Sanat, Ustura

El’an ise Gerçek Hayat, Keşkül ve Dergah mecmualarının iflah olmaz müptelasıyız.



Ben her ney inlemesi duyduğumda başımı Mevlana’nın dizine koyup ağlamak isterim. Siz neler hissediyorsunuz?

Ne güzel efendim, gönlünüzde neynevâdan mülhem bir bir mahzunluk,

hissiyatınızda bir incelme vukû buluyorsa


Dinle neyden duy neler söyler sana / Sızlanır hep ayrılıklardan yana
Kestiler sazlık içinden der beni / Dinler ağlar hem kadın hem er beni
Göğsü göz göz ayrılık delsin de bir / Sen o gün benden işit özlem nedir

İşte böylece Hz. Pir’in ilk beyitleri ile dost gönüllere bıraktığı bu tohum, bu manevi maya tutmuş demektir. Fidan toprağa kök salmış, kurumamış, yaşıyor, demek ki yapraklanacak, çiçeklenecek meyva verecek inşallah!



Bize alem-i ervahta nasib olan neş’e ve hitab-ı ilahiye muhatab olmanın verdiği huzurun farkında olan, Ayrılık ateşine gark olmuş, firkatine müştak, cemaline teşne canlar için elbette neyin hoş avazında hem zehir hem panzehir gizlidir.

Duyabilene aşk olsun, huu



Mevlana ve Şems-i Tebrizi’nin dostluğu sizde ne anlamlar barındırıyor?

Rahmetli Aşki (Muzaffer Özak) Efendinin neşrettiği bir mâna vardır:


1-Kal Şeyhi (Söz ustası): Bu şeyh kitabi bilgiler konusunda âlidir.Konuşmaya başladığında hayran hayran dinlersin.Bilgisinden istifade edilir.

2-Tekke Şeyh:Bu zatlar Tekkeleri idari yönden çok iyi yönetirler

3-Avrat Şeyhi: Batıni bilgilerini kadınları etkilemekte ve yer yer istismar etmekte kullanırlar.

4-Hal ve Sohbet Şeyhi:işte burada durmak gerek.Bu şeyh pek konuşmaz kendini belli etmez ama halinden belli olur.haliyle bulunduğu ortamın enerjisini değiştirir.Onunla karşılaştığında kırk yıllık dostunu görmüş gibi olursun.

Hakiki şeyh sohbet şeyhidir, hem O’nun kalbi ile müridin kalbi arasında vasıta yoktur. Doğrudan doğruya birbirlerine bağlıdırlar



Hazreti Pir’in

Bir damla akıl verdin bana huzurundan,

Denize ulaştır, kurtar beni bu damlalıktan.

Niyazının kabul olduğu bir dostluktur bu Hz. Şems’in sohbet şeyhliği ile başlayan.

Madem iki can aynı ırmakta bir oldular bize de

tam burada “aradan çıkmak” düşer vesselam.


Dini Tasavvufi divan şiirimiz dışında kalan Divan şairlerimizden kimleri okudunuz? Düşünceleriniz nelerdir?

Dini ve hayatı birbirinden ayrı görmüyoruz. Fuzuli, Şeyh Galip, Nâbi divanlarını beğenerek okuduğumuz “Aah minel aşk ve halatihi” feryadıyla yandığımız isimlerdendir.

O Şeyh Galip Dedemiz ki şiir yazmak için “ateşten aşk denizlerini mumdan kayıklarla geçmek” buyururdu. Ötesi var mı? Biz daha ne diyelim erenler…



Tasavvuf müziğine gönül verenler bu müziğin ruhları kötü duygulardan arındırdığını söylerler. Siz de aynı fikirde misiniz?

Musiki hikmete dair fendir

Bilene bilmeyene rûşendir

Nice esrarı var idrâk idecek.

Yer gelür sineleri çâk idecek

der Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri..

İsrâ sûresi 44 ve Zümer sûresi 75 âyette ise: “Yedi gökle yer ve içindekiler onu tesbih eder. Hiç bir şey yoktur ki onu övüp tesbih etmesin, lâkin siz onların tesbihini idrak edemezsiniz.” “Meleklerde Râblerini hamd ile tesbih ederek, arşın etrafını kuşatmışlardır” haberi verilir. Hz. Pir “Hikmet sahibi kişiler “Biz” derler, “Hoşa giden mûsikî nağmelerini gök yüzünün ve gök yüzünde bulunan yıldızların dönüşünden çıkan seslerden aldık. Halkın tamburla çaldığı, ağızla söylediği sesler gök yüzünün dönüşünden çıkan ilâhi seslerdir” buyurur.



Kâinattaki her zerrenin, rûhların, meleklerin tesbihlerini, gök yüzünün dönüşünden çıkan ilâhi nağmeleri, belki bizler duyamıyoruz ama; onu duyabilen veya gönüllerinde hisseden hikmet sahibi kişiler, gök yüzünün her çark atışındaki zikir seslerini idrak ve kabiliyetleri ölçüsünde sese söze getirmişler, bunu da çeşitli şekil ve ritimler içerisinde insan rûhuna hitap eden mûsikî olarak ortaya koymuşlardır.



Bilindiği üzere; Araf sûresi 172 âyete göre : Cenâb-ı Allah önce rûhları yarattı ve onları bir araya toplayarak “Ben sizin Rabbiniz değimliyim” diye hitâp etti. Dünya ya gelmiş ve bundan sonra gelecek tüm rûhlar; “Belâ” yâni evet diyerek, Cenâb-ı Hakk ı yaratıcı, kendilerini de kul olarak tasdik ettiler. “Sûfi büyükleri derler ki: Cenâb-ı Hakk ın O hitâbıyla duyulan ilâhi sesin mânevi zevki ve lezzeti rûhlara öyle bir tesir yaptı ki; onlarda ebedi olarak kaldı. Dünya ya geldiklerinde ne zaman güzel bir ses, güzel bir nağme işitseler o ezeldeki Cenâb-ı Hâkk ın hitâbındaki sesin mânevi zevkini ve neşesini hatırlarlar. İşte mûsikiden alınan zevkin neşenin asıl sebebi de budur”



Divân-ı Kebir de: “Sadece insanlar değil, bitkilerin hepside Elest sesini duydular da; koşmaya başladılar, o sesle yaratanlarının mesti oldular. Onlar yoktular, yokluktan bu âleme geldiler. Gül de, Lâle de, Sümbül de, Söğüt de, o sesin sarhoşluğuyla yokluk âleminden varlık âlemine geldiler. O ikrârın zevki, O ilâhi sesin güzelliği ile yalnız ben mest değilim. Bütün insanlardan eğer bir tane bile ayık varsa ben imansızım. Diye buyuran Hz.Pir, Sema ı mânevi yönüyle anlatan başka bir gazelinin ilk beyitlerin de ise şöyle der: “Semâ nın ne olduğunu biliyor musun ? Allah ın ezelde Ben Sizin Râbbınız değilmiyim sorusuna rûhların evet Râbbımızsın deyişlerinin sesini duymak, bu sesle kendinden geçmek ve Râbbına kavuşmaktır.” Arz edilen beyitlerden anlaşıldığı üzere elest hitâbının hatırlanması ve o anın tekrar hissedilip yaşanmasından dolayıdır ki; Mûsikî Hâkk ın sesinin sembolü olma şerefine erişmiştir. Bu sebeple de mûsiki Mevleviler tarafından çok önemsenmiş elest hitâbının sarhoşluğuyla asırlardır nice ayinler bestelenmiştir.



Sualinize dönecek olursak musiki ruhları kötü duygularından arındırıyor mu?

Kainatın ahengiyle hem aheng olmuş bir musikinin dinleyeni Aslına rücu ettirdiği Hakk aşıklarını o seslerin büyülü ahengiyle kendilerinden geçirerek urûc ettirdiği muhakkaktır. Bu çerçevenin dışında hemhâl olunan musiki ise nefsi ve şehveti azdırıcı, haram ve gayrimeşru yollara itici “nefse gıda, ruha zehir” etkisi yapacak; fertleri ve toplumu sefâhete itici tesirler oluşturmaktadır. Hak Dost Mevlana Hazretlerinin de belirttiği gibi “Musiki, âşığın aşkını, fâsıkın fıskını (günahını)” artıracaktır.



Geçtiğimiz aylarda Paulo Coelho’nun Portobello Cadısı adlı bir romanı yayımlandı. Bu romanda da müzik ve dansla ruhları dinlendirip terbiye etme konusu işleniyordu. Bu romanı okudunuz mu?

Amma tevafuk oldu. Bir dostumuzun hediyesiyle dahil oldu kütüphanemize Portobello Cadısı ve neredeyse bir aydır başucumuzda, Şirin’in (inadına Athena değil) serüveninde Vahdet-i vücud, Nefis Terbiyesi, Halvet, “dervişin ibn’ül vakt” oluşu, aşkın tedavi edici özeliği gibi tasavvufi daneler serpiştirilmiş. Ve tabi bir vecd unsuru olarak dans ve müzik.

Lakin Mevlevi kültüründeki, sözün ahenge bürünmüş hali müzik ve hareketin ahengi raks Halkı Hak için avlamak adına birer tuzaktır. Hem başı hem sonu Aşka varan tuzaklardır bunlar. Nefsi terbiye meselesine gelince “Bizde riyazat yoktur. Yolumuz baştan başa yaşayış yoludur. Huzur ve Aşktır.” iksirini sunan Hz. Mevlana’ya göre gerçeği arayan kişinin dünyadan, dünya nimetlerinden kaçmasına gerek de yoktur. Çünkü, dünya Allah’ın tezahürüdür, tecelligahıdır. Kaçınılması gereken ise sadece gaflettir.



Baki ‘nin deyişiyle siz de gökkubbede hoş sadalar bırakacaksınız. Bu ölümsüzlüğü aramak olarak da yorumlanabilir mi?

Aşk imiş her ne var alemde İlm bir kil ü kal imiş ancak !

Biz ne alim, ne nakil, ne maşuk ne de aşık-ı sâdık olabildik, her dem hatadır kârımız, Her yeni gün, azalan bir ömür ve artan unutuşlarımız, hata ve isyanlarımızla sabahlıyoruz. Şu var ki dünya sürgünümüzde, yolda kalmaya gayret ediyoruz, gidecek başka kapı yok biliyoruz, kapısında bekliyoruz erenler kervanının, Biliyoruz ki hal ve vakit tamam olunca yolda komazlar, alırlar içeri…



Ben üniversite öğrencisiyken sırf Mesnevi’yi yazıldığı gibi Farsça okuyabilmek için bu dile merak salmıştım. Çevirilerin ruhunu kaybettirdiğine inanıyordum. Sizin de böyle girişimleriniz oldu mu?



Emsalsiz bir zirve, eserleriyle vecden vecde sürükleyen, bir muazzam edib

Hz. Pir Mevlana. Sırf O’nun için onun yazdığı dili öğrenmeye değer Farsçayı öğrenmek lazım ki ardından bıraktıkları bizim için bir eşsiz maarif hazinesi.



O’nu tanımadan o ince medeniyeti, Osmanlı’yı anlamamız mümkün değil, O’nu tanımadan dinin zarafetini sanatla edebiyatla çıktığı en yüksek seviyeleri gezmemiz mümkün değil! Hakkında ciltlerce yazılar yazılmış, O’nu anlamak için o kültürü hazmedip O’nun bilgisine vasıl olmak lazım aksi halde anlayamayanlar kendi kısa, sathi ve bazen de nahoş bakışlarla olmadığı gibi aksettiriyorlar. Eserlerindeki zevk tercümelerde asla yok.

Canlı balığı alacaksınız derisini yüzeceksiniz tavada kızartacaksınız o balık değil!



Malumaliniz olduğu üzre Tercüme mütercimin o eserden anladığını, seviyesini gösterir, tercüme edilen eserin yüksekliğini değil, O’nun kadar heyecanlı olmak lazım ki O’nun emsali, naziresi söylensin.



Kendisinden öncekilerin bütün tecrübelerine aşina, bütün sözlerine vakıf O söz üstadını anlamak için Farsçayı, edebi sanatları çok iyi bilmek gerek, eserlerinin bütününü okumak gerek, bazen izah edenler kendi meşreplerine göre okuyanlardan bazı hakikatleri gizliyebiliyorlar.



En mühimi Hazreti Pir’i anlamak için onunla arayı iyi etmek O’nun da güzelleştiği Hak Dost’un güzelliği ile güzelleşmek gerek zannımızca…



Sizin öğrenciniz olmayı çok isterdim. Üslubunuz insanda dostça bir sıcaklık ve samimiyet bırakıyor. Öğrencileriniz de hallerinden memnun mu?

Felekde hâsıl-ı insan isen bir canı incitme

Esir-i gurbet-i nalan olan insanı incitme

“Mahlukattan incinmemek, yaradılmışı incitmemek” düsturu onların da hoşuna gidiyor,

en azından fakirden bir zarar görmeyeceklerinin farkındalardır herhalde. J



Sizce samimiyet nedir?


Haktan özge nesne yoktur, gayrıdan ümmidi kes

Aç gözün merdane bak, Allah bes, bâki heves

Azîz Mahmûd Hüdâî Haztelerimin beyitini hatırlattı bu sualiniz.

(meraklısı dinleyip şifa bulsun deyu söylemeden geçemeyeceğiz bu nutku şerifin Hafız Post’un Hüseyni makamında bestelediği bir ilahisi de vardır)



İnsanın insan ile olan ilişkilerinde beğenilme beklentisinden,övgü ve yergi kaygısından gösterişten ve riyâdan uzak bir duruş olsa gerek samimiyet, gayrıdan ümidi kesmiş bir halde içten, pazarlıksız, öylece …

Hazreti Pir’in “Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün” formülüyle özetlediği hâl.

Tasavvuf terminolojisinde ise “ihlas”ın karşılığı olsa gerek, bu da insanın yaradanı ile içtenliği, O’ndan isteklerinin kabulünün de şartlarındandır.



Üslubunuzla en inatçı ve zehirli yılanları deliklerinden çıkarabileceğinize inanıyorum. Hiç tıkandığınız oluyor mu? Sizinle iletişim sorunu yaşayan insanlar oldu mu?


Her yeni gün yeni insanlarla tanışıyoruz, halimizi ehline açıyoruz çare-sazımız oluyor. Tavsiye edilen eserleri ve dahi satır aralarını okumaya gayret ediyoruz, güzel insanların sohbetlerinden feyizyâb oluyoruz. Buna rağmen her hafta mutad olarak binlerce cana ulaştığımızda, boşuna rahatsız etmek de istemiyoruz, işte tıkanmışlığı hissettiğimiz bu demlerde, sadece eskimeyen musikimizden bir eser gönderip halimize tercüman sözlerini yazıyoruz Cuma postasına, aradan çekiliyoruz böylece..


Biz sevdik aşık olduk, sevildik maşuk olduk

Her dem yeni doğarız, bizden kim usanası! buyuruyor Hazreti Pir ama O’nun aciz birr bendesi fakirin de elbette iletişim sorunu yaşadığı zamanlar oluyor.

Muhatabımıza “selam” deyip gülerek geçiyoruz, inatçı olmaya gerek olmadığını düşünüyoruz. Kapıları açan, istediği gönüllere nur bahşeden ancak O.

Demek ki nasibi başka yerde imiş, onun gönül diline usülünce hitap edememişiz

Deyip halimizin ıslah olmaklığı için dua ediyoruz.

Bakın şimdi de Münir Nureddin Selçuk üstadın Nihavend şarkısı takıldı dilimize:

Gezerken yağmurda rüzgarda karda / İçimde güneşi yakar giderim

Ömrümü kaplayan karanlıklarda / Ben bir şimşek gibi çakar giderim

Varsın kovalasın gece gündüzü / Bahar içindeyim düşünmem güzü

Bana gülmese de hayatın yüzü / Ben ona gülerek geçer giderim



Bir neyzene belki de sorulması gereken en son soru ama madem hayatın içindeyiz, futbolla aranız nasıl? Takım tutuyor musunuz?

Her tür boş söz ve işin uzağındaki canlar için Aziz ömür pek değerlidir…

Hangi tekkeden feyz almaktasınız erenler? Sualinin açtığı kapılardan geçilip maveraya varan köprüler kurulurmuş vaktiyle. Şimdi bu suali kabul etmek bile bize bilmem kaç satır kaybettirecek.. J



Tekrar tekrar görmek istediğiniz şehir var mı, varsa hangisi?


Önce Medinetün Nebi elbette,insanın suya girmiş balığa döndüğü şehirlerin anası.

ve şehr-i asitane, güleni şöyle dursun ağlayanı bile bahtiyar,İstanbul yine de İstanbul..



Ben edebiyat öğrenimi görmeme rağmen biri bir beyit oku dese hemen “Handan et gönül ki vuslat ihtimali var\Firkat kemale erdi kemalin zevali var “ deyiveririm. Sizin aklınıza ilk hangi beyit gelir?

“Efendim, Müjdecim, Kurtarıcım, Peygamberim!

Sana Uymayan Ölçü Hayat Olsa Teperim”

derken şairlerin sultanı

“Ağızların tadını kaçıran ölümü çokça hatırlayın!”

Buyurdu Cihana Can olan Sultan

“Vaiz olarak ölüm sana yeter ya Ömer!”

yazarken adaletin sultanının yüzüğünde,



Bu âciz, zâif ve miskin için ise



Ey gönül, kendini vezn etmeye kantar ara bul

Yürü git, kantarına halis olan ayar ara bul

Kapatırlar seni bir hâl-i haraba yalınız

Ol karanlık geceler kendine bir yâr ara bul



Ta bezm-i elesten beri kulaklarında çınlayan dost vasiyetidir.




Sitenizde derin bir tasavvufi altyapının ve birikimin varlığı ortada. Bu tamamiyle size mi ait yoksa beslendiğiniz başka kaynaklar var mı?
Ya da şöyle diyelim yardımcılarınız var mı?


Meşveretsiz kim ki bir iş işleye / Şol nedamet parmağın çok dişleye.

Zarifî’nin bu nasihatını dinlemek için çok uğraştıysak da nafile.


Sitelerin bütün hata ve kusurları fakire aittir. Pek yerimizde duramıyoruz, hassasiyetlerimizi tam olarak anlatamıyoruz, biraz da titiz çalışınca..

Görsel tasarım, metin ve ses düzenlemeleri hususunda yalnız kalıyoruz.

Tıkandığımızda ise başka bir konuya geçip daha sonra müşkül meseleye

yeniden dönüyoruz, bir ferah kapısı açıyor Mevlam.



Bu anlamda en büyük yardımcımız ise Hakk’ın inayeti, erenlerin himmeti ve her gün bizleri ziyaret eden yüzlerce ziyaretçilerimizin görüş ve önerileridir.

Her Cuma gönderdiğimiz e-postaların sonunda da aynı niyaz var:

[Mevlam, siz muhabbet ehli Cânlar'ın hürmetine,

bizim duyuşlarımızı ve niyetlerimizi temizlesin

ihlas ile olgun, saf ve berrak kılsın...]



Şeb-i Arus desem?


İrfan ve aşk güneşinin bütün parlaklığı ile ebediyyet aleminin asumanına doğduğu

“Şebi Arus” bize hep aynı sahneyi hatırlatır.

Şeyh Sadrettin-i Konevi hazretleri talebeleriyle birlikte fani alemde son demlerini yaşayan Hz. Pir’e geçmiş olsun ziyaretine gelir, üzüntüsünü beyanla: “Allah yakın zamanda şifalar versin. Bu hastalık ahiret derecelerinizin yükselmesine sebeptir. Siz alemin canısınız inşallah yakın zamanda hastalıktan iz kalmayacak tam bir sıhhate kavuşursunuz” diye temenni de bulunur. Bunun üzerine Hazreti Pir: “Bundan sonra Allah sizlere şifa versin. Aşıkın maşkuna kavuşmasını ve nurun nura ulaşmasını istemiyor musunuz deyince gelenler ağlaşarak ayrılırlar.

Hz. Pir Mevlânâ dünyasında ölüm; bu hayattan ayrılıp, ölümü olmayan taze ve ebedî bir hayata göçmektir. İnsan genel anlamda iki unsurdan mürekkeptir: Ruh ve beden. Ruh mücerrettir. Zamana ve mekâna bağlı değildir. Bu itibarla ölümsüzdür. Ruh bu sıhhati Cenâb-ı Hak’tan almıştır. Hayy ve Bakî (diri ve ebedî) sıfatlarının sahibi olan Yüce Allah, kendi ruhundan insanlara ruh üfürmüştür (15:29). Bu sebeple ölüm ile bedenin yok olması, Cenâb-ı Hak İle insan arasındaki perdenin kalkmasıdır. Nitekim bir fizik kanunu olarak hiç bir varlık yoktan var olmaz, var ise yok olmaz; ancak bir hâlden diğer hâle geçer. Dolayısiyle ölünce beden kafesinden çıkan ruh, aslına rücû eder.


“Ölürsem ben, öldü demeyin. Çünkü ölüydüm, dirildim; dost aldı, götürdü beni.” Diyen Aşıklar sultanı, kendisinin bu alemden ayrıldığı, Hak Dosta vasıl olduğu geceye “şeb-i arûs” (düğün gecesi) adını vermiştir. Hz. Pir’in bir rubaisinde ifşa ettiği

“Aşksız olma ki ölmeyesin. Aşkla öl ki diri kalasın.”sırrı ile yaşayana aşk olsun huu



Dünya edebiyatıyla ve yabancı müzikle ilgili misiniz?

İşte bu sualiniz ile aleme dar ve sığ bir pencereden baktığımızın ispatıdır:

Lise yıllarında okuduğumuz Klasikler dışında

“İnsan Ne ile Yaşar” sayesinde Tolstoy ve

“Yüzüncü Ad” vesilesi ile Amin Maalouf ile aramız pek bir iyidir.



İnsana “elest meclisindeki” o hoş nevayı hatırlatan hiçbir müzik bize “Yabancı” değildir.Çok azı hariç Dünya müzik mirasından dinlediğim eserler bize Klasik Türk Musikimizin, medeniyetimizin seslerinin eşsiz güzelliğini hatırlatır.


Osmanlıca ‘ya hakimsiniz anladığım kadarıyla bu serüven de
tasavvufla mı başladı?

Usülsüz vusül olmuyor, o güzelim eserlerin gönül dilini anlamak, sırrına vâkıf olmak için o eşsiz medeniyetin lisanınıyla da arayı iyi etmek gerekiyor.

Ama o hazine o umman gerçekten sabırla beklemeyi gerektiriyor.

Denize dal ve bir incu bulana dek sabırla bekle…


Gönül insanı olmak için tasavvufla ilgili olmak şart mı?

Hakikat kapısının anahtarı ve yolun asıl şartı “kendini bilmek” olsa gerek.

Kendini bilen Rabbini bilir.

Ve yol şaşı bakmayı bırakanlar için

Varlığın ve Varedenin aşkıyla, Rabbiyle bir olup O’nda seyretmek makamına dek ulaşır..


Sahi Tasavvuf’ da insana Allah’ı, Allah’a insanı sevdirme yolu değil midir?

İnsana Allah’ı sevdirmek nasıl olur?.. Allah’ı tanıtarak, esmâ-i hüsnâsını açıklayarak; ikramlarını, kullarına bağışlarını, lütuflarını; dağları, çiçekleri, meyvaları, sıhhati, afiyeti kullara hatırlatarak, kendilerine bunları bahşeden Allah’ı sevdirmek… onların gönlünde Allah sevgisi, Allah aşkı, muhabbetullah meydana getirmek



İnsanı, kulu Allah’a sevdirmenin yolu nedir?..


Allah’a insanı sevdirmek, yâni kulları Allah indinde razı olunan kullar haline getirmektir.

Tasavvuf, insana, gaye insan, ufuk peygamber olan, Allah’ın sevgilisi olan Rasûlüllah SAS Efendimiz’in haliyle hallenmeyi, güzelliği ile güzelleşmeyi sünnetine ittibâ etmeyi öğretir. ‘Bak sünnete uygun böyle yaşanır!’ diye sünnet-i seniyye-i nebeviyeye teşvik eder. Rasûlüllah’a ittiba ettiği zaman, benzediği zaman Allah o kulu muhakkak sever.



“Mihen geçer dedik amma bu mihnet öyle değil

Zevali yok gam-ı aşkın hakikat öyle değil”



kopunca bir teli bağlansada düğümlü kalır

dokunma gönlüme şart-ı Muhabbet öyle değil



ama o aşk gamı, aşk ateşi, aşk derdi kim Mevlevi ıstılahında Allah derdini arttırsın bir hayır duadır ve dert ancak aşk derdidir. Makbul bir haldir.

Bir beyitinde Hazreti Pir bu ateşi neyin nevasına yükler ve

Bi ateştir yel değildir ney sesi

Kim ateşsizdir yok olsun öylesi!



Mevlam aşkından gayrı dert vermesin, ateş-i aşkımızı ziyade eylesin dileriz.


Aşk desem?

“Buldum demez bulanlar

Gördüm demez görenler

Hakikata erenler

Gizli sırrı açar mı?”



Medet ya sahibe’l meydan, El aman ya Vedud, ya Vedud, ya Vedud…


Son olarak, Hitam-ı Misk babından?

Bütün bunlardan kendi -benliğe lanet nefsimize bir pay çıkarmak istemeyiz. Varsa bir güzellik, güzel gören göz, güzel sezen gönüllerden öte değildir; biz ayna olmak niyetindeyiz. Canım alimlerin yazdığı Asırların birikimi kitaplar el uzatabileceğimiz kadar yakında, bu güzel bilgilerin derlendiği web siteleri bir TIK mesafede. Bir parmak bize güneşi işaret ediyorsa parmağa takılmayıp işaret ettiğine bakmak gerekmez mi?


Rad suresi 11. Ayetinde “Gerçek şu ki insanlar kendi iç dünyalarını değiştirmeden Allah onların durumunu değiştirmez.” Buyruluyor. Hazreri Pir ise bu ayeti şöyle yorumlar: “Susuzlar cihanda nasıl su ararlarsa, su da susuzları arar. Su isteme, susuzluk elde etmeye bak!” İşte biz, aşıklar muradı, gönüller vuslatına vesile oalcak bu susuzluğumuza, ateş-i aşkımızın ziyade olmaklığı niyazı ile

mütevazı bir katkı peşindeyiz.



İş bu söyleşi 5 Şevval 1429 tarihinde Mekke-i Mükerreme’de temam oldu.

Ed-dâi Nâyi pür taksir Ümit AKDEMİR

İzdiham Dergisi
User avatar
nisanur
Posts: 518
Joined: 13 Nov 2007, 18:10

Re: Ümit Akdemir'le Röportaj

Post by nisanur »

Çok uzundu evet ama okumaya değer,en cokda tasavvuf müziği mest ediyor.
Dinle neyden duy neler söyler sana
Sızlanır hep ayrılıklardan yana
Kestiler sazlık içinden der beni
Dinler ağlar hem kadın hem er beni...
Post Reply

Return to “Sizden Haberler”