Duru wrote:Neden böylesi bir soru sordunuz çok merak ettim : (
cevap vermekte zorlandım..
“Hazret-i Ömer mührüne yazı yazdırmış: (Kefâ bil-mevti vâizen yâ ömer) Mühür yanında geziyor, her imza atacağı yere basıyor. O zaman mühür var.
…. Hazret-i Ömer nasıl yazdırmış mührüne: "--Ölüm sana vaiz olarak yeter yâ Ömer!"
Ölüm vaiz olur mu?.. Olur. Birisi öldü mü, arkadakilere o vaaz... "Bakın, dikkat edin, dünya fani, siz de öleceksiniz!" demek. Hattâ diyorlar ki: "--Ölen için ağlamayın, kendinize ağlayın! Onun imtihanı bitti, iyi insansa cennete gidecek, dünyadaki sıkıntısı meşakkati bitti. Kendinize ağlayın, kendinizi düşünün!"
http://www.dervisan.com/kitap/iman/ilmonem.html
“Biliyorsunuz tasavvufta ölümü unutmamak, ölümü yad etmek, ölümü aklından çıkarmamak vazifesini anlamışlardır mutasavvıf büyüklerimiz. Peygamber Efendimiz'in tavsiyesi odur. (Eksirû zikri hàzimül-lezzât) diye hadis-i şerif var. Onu vazife olarak vazifelerin arasına katmışlardır, Peygamber Efendimiz emretti diye...
Zikre oturdukları zaman, şöyle nasıl öleceğini, Azrâil AS'ın nasıl yanına geleceğini, nasıl göğsüne çökeceğini, nasıl ruhunu kabzedeceğini, nasıl kanter içinde kalacağını, nasıl o sırada imdâd-ı ilâhî erişip, (Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlühû.) deyip de mü'min-i kâmil olarak can vereceğini temennî yoluyla böyle düşünüp, zikri öyle yapar dervişler.
Bu ölümü düşünmek Peygamber Efendimiz'in tavsiyesi olduğundan, Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin sevap verdiği mühim bir iş olduğundan ve faydalı bir iş olduğundan; insanları gaflette kurtardığından, haram günahtan geri tuttuğundan çok önemli bir vazife... Bunu insanların hatırından çıkartmaması lâzım! “
http://www.dervisan.com/yazi/olum.html
Eylül wrote: şöyle bir tahayyül etmekle, o hali yaşamak çok faklı olsa gerek. (
Anlatılıyor ki Napolyon düşmandan kaçarken bir dükkana girmiş. Kendisini saklamalarını istemiş. Onlar da saklamış ve düşmanlarını başka bir yöne sevketmişler. Bir müddet sonra dost kuvvetler gelmiş. Ayrılacakları zaman dükkan sahibi “Efendim, ölümle burun-buruna gelmek nasıl bir duygu söyleyebilir misiniz?” demiş.
Napolyon : “Sen nasıl böyle bir şeyi bana sorabilirsin. Bu bana yapılmış bir hakarettir. Muhafızlar derhal bu adamı kurşuna dizin demiş”
Adamın gözlerini bağlamışlar, idam mangası karşısına geçmiş. Manga komutanı talimatları sıralamış ve “Ateş!” emrini verecekken ve adam tarifsiz duygular içinde iken birden omzuna bir el dokunmuş ve göz bağını çözmüş. Bakmış ki karşısında Napolyon. Adama demiş ki:
“İşte böyle bir duygu”
Eylül wrote:Eylül wrote:inş. böylesi bir müsibet yoktur başınızda
Asım Bey abi sessizliğinizi hayra mı yormalı?

Ya HUU wrote:Eylül wrote:Asım Bey abicim, inş. böylesi bir müsibet yoktur başınızda, tedirgin oldum

Ben de aynen.

“Yaşlı bir seyis (at bakıcısı) ve sahip olduğu herkesin dilinde dolaşan bir atı varmış. Padişah adamlarını göndererek ve her defasında fiyatı yükselterek atını satın almak istemiş ama, yaşlı seyis atını satmamış.
Bir sabah kalktığına atın yerinde olmadığını görmüş.
Durumdan haberdar olan komşuları “Ah akılsız adam!. Eğer atı istediklerinde verseydin bu musibet başına gelmez, hem atının kaygısını çekmez hem de servet sahibi olurdun. Şimdi ise ne atın var ne servetin” demişler.
Yaşlı seyis : “Dostlarım! Hemen hüküm vermeyin! Şimdilik bildiğimiz tek şey atımın ortada olmadığıdır. Bu benim için bir musibet midir yoksa bir rahmet midir bunu bilemeyiz; Allah bilir” demiş.
Komşuları bıyık altından gülmüşler ve aralarında “Bu hakikaten bunamış bir adamdır!” demişler.
Aradan bir müddet geçtikten sonra sabaha karşı bir uğultu ile uyanmış yaşlı seyis ve komşuları. Bakmışlar ki, dillere destan atı arkasında bir sürü yabani at ile birlikte dönmüş. Anlaşılmış ki, at çalınmamış ancak dağlara-vadilere gitmiş.
Durumdan haberdar olan komşuları “Bizi affet! Senin hakkında yanlış düşünmüşüz. Senin dediğin gibi atının ortadan kaybolması senin için bir musibet değil, bir rahmet/bereketmiş” demişler.
Yaşlı seyis: “Dostlarım! Hemen hüküm vermeyin! Şimdilik bildiğimiz tek şey atımın geri dönmüş olduğudur. Bu benim için bir musibet midir yoksa bir rahmet midir bunu bilemeyiz; Allah bilir” demiş.
Komşuları “Vallahi sen bir tuhaf adamsın! Tamam geçen sefer yanılmış olabiliriz ama, hem emsali bulunmaz atına hem de onun yanı sıra bir sürü ata sahip olmanın ne demek olduğunu nasıl idrak edemezsin” demişler.
Yaşlı seyis bir at sürüsü ile başa çıkamayacağından tek oğlunu da yardıma çağırmış. Vahşi atların terbiyesi sürerken oğlu huysuzlanan bir attan düşmüş ve bacağını kolunu kırmış.
Durumdan haberdar olan komşuları “Bu seferde sen haklı çıktın. Oğlunun iyileşmesi aylar sürer ve senin başka kimsen olmadığı gibi bunca ata bakacak gücün de yok. Düzenin bozulacak ve eskisinden kötü duruma düşeceksiniz. Ah, ne büyük bir musibet geldi başınıza” demişler.
Yaşlı seyis: “Komşularım! Hemen hüküm vermeyin! Şimdilik bildiğimiz tek şey oğlumun kolunu ve bacağını kırmış olduğudur. Bu benim için bir musibet midir yoksa bir rahmet midir bunu bilemeyiz; Allah bilir” demiş.
Komşuları “Sana söz söylenmez ve senle söz yarıştırılmaz. Sen iyice bunamış bir adamsın” demişler.
Bir müddet sonra komşu ülkenin padişahının ülkelerine saldırdığı haberi gelmiş. Padişahları dellal çıkarmış ve eli silah tutan gençleri orduya katılmaya davet etmiş. Vazifeliler köy köy dolaşmışlar ve gençleri toplayarak götürmüşler. Köylerinde kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve seyisin kolu-bacağı kırık oğlundan başka insan kalmamış.
Komşuları yaşlı seyise gelerek : “Sen doğru düşünen ve doğru söyleyen bir adamsın. Yine bir haksız çıktık. Aslında oğlunun kolunu-bacağını kırması sizin için bir rahmetmiş. Birkaç ay sonra oğlun iyileşecek ve hep yanında yardımında olacak. Halbuki bizim çocuklarımız büyük ihtimal geri dönemeyecek” demişler.
Yaşlı seyis: “Dostlarım! Hemen hüküm vermeyin! Şimdilik bildiğimiz tek şey benim oğlumun yanımda kaldığı, sizin çocuklarınızın için savaşa katılmak için gittiğidir. Bu benim için bir musibet midir yoksa bir rahmet midir bunu bilemeyiz; Allah bilir” demiş.
Bu hikaye satırlarca devam edebilir, uc-uca nice ahval eklenebilir.
Ancak bu dünya hayatının bir oyun, eğlence ve oyalanmadan ibaret olduğunu,
ve hayır ve şerrin bizim idrakimize değil, mutlak güç ve kudret sahibinin koyduğu kurallara göre belirlendiğini,
yağmur yüklü zannettiğimiz bulutların, bir cezanın/musibetin habercisi olabileceğini,
musibet zannettiğimiz bir halin bizim için bir rahmet olabileceğini unutmayalım.
Cihad ederken, Allah yolunda düşmanla çarpışırken ölen mü'minler şehittir. Bunun yanı sıra mü’min olup da :
"Tauna (veba’ya/verem’e) yakalanıp ölen şehittir. Karın ağrısıyla ölen şehittir. Suda boğulan şehittir. Yıkık altında ölen, şehittir. Zatülcenp (akciğer kapakçığı veremi) hastalığından ölen şehittir. Yangında ölen şehittir. Hamile ve lohusa iken ölen kadın şehittir." (Nesâi, Cenâiz:59.)
Musibet mi, rahmet mi?
“… olur ki(bazen) hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlı olur ve hoşunuza giden bir şey de sizin için şer olur. (Hayırlı ve doğru olanı) Allah bilir, siz bilemezsiniz.” 1
“… böyle olması, sizin için daha iyi ve daha temizdir. (Bundaki faydayı) Allah bilir, siz bilemezsiniz.”2
“Haydi siz, hakkında (az) bir bilginizi olan şeyde tartıştınız (diyelim, peki) niçin hiçbir bilginiz olmayan hususta tartışıyorsunuz? Halbu ki (her şeyi) Allah bilir, siz bilemezsiniz.”3
1 Bakara 2/216
2 Bakara 2/232
3 Al-i İmran 3/66
Eylül wrote: Asım Bey abi sessizliğinizi hayra mı yormalı?

Evet, hayra yoralım! Hayır dileyelim, hayır olsun.
deniz wrote:Beni bu tür anlatılanlar , yaşananlar vs çok bunaltıyor. Allah c.c kimseyi böyle imtihan etmesin tek niyazım budur. Denilebilinir ki; bunlar çok insana dair durumlar, her daim olabilir yaşanabilir, şu da var ki bu zamanda insanın dışarıya çıkması bile daha çok ihtimalli tehlike. Adam sarhoş olur gelir çarpar anlamazsınız bile, adam içicidir, 3 -5 kuruş için anında ölümle burun burunasınızdır v.s .Yani şu anlatılan olaylar ne kadar olasılıklı ise bu durumlar daha sık yaşanıyor kanaatimce.
Yine de en son safhasına kadar şifa talep eder şifa peşinde koşmayı yeğlerim. Çünkü bu da Allah 'a yönelme tek O' nun yaratan ve yaşatan olduğunu bilmek ve iman etmek demektir.
Tekrar söylemeliyim ki Allah Teala kimseyi böyle ağır imtihanla sınamasın. Sınadıklarına da sabr-ı cemil, hüsn-ü hatime nasib eylesin.
(8 saat dolmadı ama içim doldu bir kere)
seyir wrote:Durum bu denli ciddi ise, benzer tahlilleri vakit kaybetmeden güvenilir 1-2 hastanede (özellikle araştırma hastanesi) daha yaptırır, netice yine aynı ise tedaviyi seçerdim inş. Buradaki temiz ihvanımdan da dua taleb ederdim herhal.
Zeyneb Büşra wrote:En başta deniz hanıma katılıyorum, kimseyi böyle ağır imtihanlarla yüzleştirmesin Allah.
Böyle birşey olursa tedavi için elimden geleni yapardım kesinlikle. Diğer taraftan kendimi ölüm düşüncesi alıştırmaya çalışırdım. Rabıta yaparak. Bu çok önemli bence. Aslında her zaman yapmamız gereken bu şeyin böyle bir durumla karşılaşınca önemi daha da anlaşılır sanırım. Diğer taraftan en çok yapacağım şey sanırım tövbe olurdu. Az da olsa bildiğim ilim ile amel etmeye çalışırdım. Ama en önemlisi belirttiğim gibi bence tövbe. Bilerek ettiklerime tövbe, bilmeyerek ettiklerime tövbe...
“Biliyorsunuz tasavvufta ölümü unutmamak, ölümü yad etmek, ölümü aklından çıkarmamak vazifesini anlamışlardır mutasavvıf büyüklerimiz. Peygamber Efendimiz'in tavsiyesi odur. (Eksirû zikri hàzimül-lezzât) diye hadis-i şerif var. Onu vazife olarak vazifelerin arasına katmışlardır, Peygamber Efendimiz emretti diye...
Zikre oturdukları zaman, şöyle nasıl öleceğini, Azrâil AS'ın nasıl yanına geleceğini, nasıl göğsüne çökeceğini, nasıl ruhunu kabzedeceğini, nasıl kanter içinde kalacağını, nasıl o sırada imdâd-ı ilâhî erişip, (Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlühû.) deyip de mü'min-i kâmil olarak can vereceğini temennî yoluyla böyle düşünüp, zikri öyle yapar dervişler.
Bu ölümü düşünmek Peygamber Efendimiz'in tavsiyesi olduğundan, Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin sevap verdiği mühim bir iş olduğundan ve faydalı bir iş olduğundan; insanları gaflette kurtardığından, haram günahtan geri tuttuğundan çok önemli bir vazife... Bunu insanların hatırından çıkartmaması lâzım! “
http://www.dervisan.com/yazi/olum.html
dergah wrote:İlim öğrenirdim
Abdüllatif wrote:dergah wrote:İlim öğrenirdim

[/quote]
Ben bu sene A.Ü. /A.Ö.F. İlahiyat’a kayıt yaptırdım. Dualarınızı beklerim.
(Gerek katılımda bulunarak ve gerek yazmaya mecal getiremeyerek) İlgi gösteren kardeşlerime şükranlarımı sunuyorum. Beni memnun ettiler, Mevla zülcelal de onları memnun etsin.
Yüce Allah (c.c.),
“Bir vücudun organları gibi” olma, birindeki rahatsızlığı hemen hissetme ve acıya iştirak etme şuuruna ermeyi;
sağlık, sıhhat, afiyetle ve yolunda geçireceğimiz bir hayatı ve mutlu sonu nasib eylesin. (âmin)