İstiğfar-Mağfiret-Cennet-Cehennem-Rahmet

Post Reply
Hüseyin Salih
Posts: 4
Joined: 01 Aug 2007, 17:46
Kan Grubu: 0 (+)

İstiğfar-Mağfiret-Cennet-Cehennem-Rahmet

Post by Hüseyin Salih »

İstiğfar:

İstiğfar, Allah'tan günah ve hatalarının bağışlanmasını isteme, mağfiret dileme.

İstiğfar lafzını veya manasını içeren her duaya istiğfar denir. Gerek Kur'an-ı Kerîm'de ve gerekse hadis-i şeriflerde istiğfar teşvik edilmiştir. Kur'an-ı Kerîm'de; "Rabbinizden bağışlanma dileyin. doğrusu o, çok bağışlayandır " (71/10); "(Ey Muhammed) Sabret! Allah'ın verdiği söz şüphesiz gerçektir. Suçunun bağışlanmasını dile; Rabbini akşam, sabah överek tesbih et" (40/55) buyurulur.

Peygamber efendimiz kendileri istiğfara devam etmiş, ümmetini de teşvik etmiştir.

Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet edildiğine göre Peygamberimiz: "Vallahi ben Allah'a günde yetmiş defadan çok istiğfar ediyorum" buyurmuştur. Başka bazı hadislerde Hz. Peygamberin günde yüz defa istiğfar ettiği belirtilir. Bu nedenle Ebû Hüreyre: "Peygamberden daha çok istiğfar edeni görmedim" demiştir. Bir günah işlendiği zaman, bunda ısrar etmemek, hemen tövbe istiğfar etmek vaciptir. Peygamberimizin ifadesiyle, "İstiğfâr eden kimse günde yetmiş defa da günah işlemiş olsa bunda ısrar etmiş sayılmaz".

İstiğfarın Allah nezdindeki değeri bir hadiste şöyle ifade edilir: "Kim yatağına girince üç defa; "estağfirullâhe'l-Azîm ellezî Lâ İlâhe İllâ hüve'l Hayyu'l-Kayyûm (Kendisinden başka hiç bir ilâh olmayan, diri ve her an yaratıklarını gözetip duran yüce Allah'tan bağışlanmamı dilerim)" derse, Allah günahlarını deniz suyunun damlaları kadar çok olsa da bağışlar" buyurulmuştur. Sadece dili ile istiğfarda bulunmak yeterli değildir. Niyeti ve amelleri de dilini doğrulamalıdır. Tövbenin en makbul olanı, günahtan kesin dönüş yapılarak, Allah'tan bağışlanma istenmesidir. Buna "nasûh tövbe" denir.

Ayet-i Kerîme'de şöyle buyurulur: "Ey iman edenler! Allah'a samimiyetle (nasûh tövbe) edin. Belki Rabbiniz kötülüklerinizi siler. Peygamberi ve beraberindeki müminleri utandırmayacağı günde, sizi altından ırmaklar akan cennetlere koyar. O gün onların nûru önlerinde ve sağ taraflarında yürürken: "Rabbimiz nurumuzu tamamla, bizi bağışla, şüphesiz Sen, herşeye kadirsin derler" (66/8).

Bir mümin kendisi için tövbe edeceği gibi, ölmüş olan veya hayatta bulunan ana-baba, hısımları ve diğeri müminler için de istiğfar edebilir. Bu dua sebebiyle Cenâb-ı Hakk'ın onları bağışlaması umulur. Kur'an-ı Kerîm'de bu konuda çeşitli dua örnekleri bulunur: "Ey Rabbimiz... bizi affet, bizi bağışla, bize merhamet et" (2/286); "Musa şöyle yalvardı: Rabbim, beni ve kardeşimi affet. Bizi merhametine garket" (7/151); "Babamı da bağışlayıp hidâyete erdir. Çünkü o, sapıklardandır" (26/86);"Ey Rabbimiz! Herkesin hesaba çekileceği günde, beni, annemi, babamı ve bütün mü'minleri affet" (14/41).

Seyyidü'l-İstiğfar Duası:
Bu dua konusunda şöyle bir hadis nakledilir. Resulullah (s.a) buyurdu ki; "İstiğfar dualarının en değerli ve en üstünü şöyle demendir: "Allâhümme ente Rabbî, Lâ İlâhe İllâ ente halaktenî ve ene abdüke ve ene alâ ahdike ve va'dike me'steta'tü, eûzü bike min şerri mâ sana'tü, ebûü leke bi ni'metike aleyye ve ebûü bi zenbî feğfirlî fe innehû lâ yeğfiru'z- zünûbe illâ ente"

Anlamı:"Allah'ım! Sen benim Rabbımsın! Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Beni sen yarattın. Ben senin kulunum; gücüm yettiği kadarıyla senin akdin ve va'din üzere bulunuyorum. Yaptığım fenalıkların şerrinden sana sığınırım. Üzerimde olan nimetlerini itiraf ederim, günahımı da itiraf ederim. Beni bağışla; çünkü senden başka hiçbir kimse günahları mağfiret edemez."

Hz. Muhammed (s.a.s) daha sonra şunları ekledi: "Kim bunları inanarak sabahleyin söyler de akşam olmadan ölürse, o kişi Cennet ehlindendir. Yine kim bunları inanarak geceleyin söyler de sabaha ulaşamadan vefat ederse Cennet ehlindendir" .


Mağfiret:

Mağfiret, Allah'ın, kullarının işlediği suç ve günahları örtüp affetmesi, bağışlaması anlamına gelen bir terim. Kur'an-ı Kerim'de yirmi sekiz ayrı yerde geçer.

İsimlerinden biri de "Gaffâr" olan Allah Teâlâ, kullarının yaptıkları hata ve günahları bu isminin bir tecellisi olarak affeder. Bu itibarla, Cenâb-ı Hak "Gaffâru'z-Zünûb" (Günahları affeden) olarak bilinir. Mağfiret kelimesinin kökü olan, "Gufrân" da, affetmek, bağışlamak demektir. Allah Teâlâ'nın affedicilik vasfını ifade eden "Gâfûr" kelimesi Kur'an-ı Kerim'de bir yerde; yine aynı manaya gelen "Gâfir" kelimesi doksan bir yerde; "Gaffâr" kelimesi ise, dört yerde geçmektedir. Bu da Allah Teâlâ'nın kullarına olan affı ve bağışının ne derece büyük olduğunun bir ifadesidir.

Kur'an-ı Kerim'de, Cenâb-ı Hakk'ın kullarına karşı mağfiret sahibi olduğundan bahseden ayetlerin birinde şöyle buyuruluyor: "Doğrusu Rabb'in, insanların zulümlerine rağmen onlara mağfireti vardır. Rabb'inizi cezalandırması ise çetindir" (er-Ra'd 13/6).

İslâm büyükleri, Allah Teâlâ'nın mümin-kâfir ayırdetmeksizin bu dünyada insanlara nimet vermesinin, O'nun "Rahman" isminin bir tecellisi olduğunu ifade ediyorlar. Bununla beraber Allah Teâlâ, gerek "Rahîm" ve gerekse "Gaffâr" isimlerinin tecellisiyle, kıyamet gününde yalnız müminlere merhamet edecek ve onları affedecektir. "...Ahirette çetin azab da vardır, Allah'ın hoşnutluğu ve bağışlaması da vardır. Dünya hayatı ise sadece aldatıcı bir geçimliktir" (el-Hadîd, 57/20).

Cenâb-ı Hakk'ın kıyamet gününde kusurlarını gizleyip, hatalarını bağışlayıp, günahlarını affettiği kullar vardır. Allah'ın mağfiretine mazhar olacak olan bu kullar, birtakım özelliklere sahiptirler. Bunlardan en başta geleni, bu kulların, görmedikleri halde Rab'leri olan Allah'a iman etmiş olmalarıdır: "Şüphe yok ki, görmedikleri halde Rab'lerinden korkanlara mağfiret ve büyük bir ecir vardır" (el-Mülk, 67/12).

Diğer bir ayette ise şöyle buyurulur: "Sen ancak Kurân'a uyan ve görmediği halde Rahman (olan Allah?dan korkan kimseyi uyarabilirsin. Artık o kimseyi bağışlanma ve cömertçe verilecek bir ecirle müjdele" (Yâsîn, 36/11).

İman ederek salih amellerde bulunan ve iyi davranış sahibi kimselerin de Allah'ın mağfiretine ulaşacakları aşağıdaki âyetlerde açıklanmaktadır:

"Allah, iman edip, salih amellerde bulunanlara mağfiret ve büyük ecir vadetmiştir" (el-Mâide, 5/9; el-Feth 48/29).

"Cömertçe verilmiş rızık ve mağfiret, imân eden ve salih amelde bulunanlar içindir" (el-Hacc, 22/56).

"Allah, iman edip salih amel işleyenlere -ki onlar iğin mağfiret ve cömertçe verilmiş rızık vardır- ve ayetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarışanları -ki onlara da iğrenç ve can yakıcı azab vardır- yaptıklarının karşılığını vermek için kıyamet saati gelecektir" (es-Sebe', 34/4-5).

"İnkar eden kimselere çetin azab vardır. Fakat iman edip salih amel işleyenlere, onlara mağfiret ve büyük ecir vardır" (el-Fatır, 35/7).

Takvâ sahibi olmak da, kişinin affedilmesine vesile olan özelliklerdendir. "Rabbinizin mağfiretine ve Allaha karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış eni gökler ve yer kadar olan cennete koşuşun" (Âl-i İmrân, 3/133).

"(Takvâ sahibi kimselerin) hareketlerinin karşılığı, Rablerinden bağışlanma ve içinden ırmaklar akan, orada temelli kalacakları cennetlerdir. İyi davrananların ne güzel ecri vardır" (Âl-i İmrân 3/136).

Allah yolunda, i'lây-ı kelimetullah (Allah'ın adını yüceltmek) için canını vermek, diğer bir ifadeyle Allah yolunda cihat etmek de Allah'ın mağfiretine bir vesiledir: "İman ettikten sonra hicret edenler, Allah yolunda savaşanlar ve muhacirleri barındırıp onlara yardım edenler, işte onlar gerçek mü'minlerdir. Onlara mağfiret ve cömertçe verilmiş rızıklar vardır" (el-Enfâl, 8/74).

"Allah cihat edenleri oturanlara, büyük ecirler, dereceler, mağfiret ve rahmet yönüyle üstün kılmıştır" (en-Nisâ, 8/74).

Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, size Allah'tan, -onların topladıkları dünyalıktan daha hayırlı- bir mağfiret ve rahmet vardır" (Âl-i İmrân, 3/157).

Allah Teâlâ, ahirette affına ve bağışlamasına mazhar olacak kullarının özelliklerini şu ayette geniş bir şeklide açıklamıştır. Bu ayette ifade edilen özelliklerin, kadın ve erkek ayrı ayrı zikredilerek belirtilmesi, İslâm'da kadına verilen değerin de bir ifadesidir: "Doğrusu erkek ve kadın müslümanlar, erkek ve kadın müminler, itaatkâr erkek ve kadınlar, doğru sözlü erkek ve kadınlar, gönülden bağlanan erkek ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, Allah'ı çok anan erkekler ve kadınlar, işte Allah bunların hepsine mağfiret ve büyük mükâfat hazırlamıştır" (el-Ahzâb, 33/35).

Kulun dünyada iken yaptığı bütün davranışlarının inceden inceye hesabını verdiği ahiret gününde, Allah'ın mağfiret ve bağışlamasına mazhar olmanın ne derece büyük bir mükâfat olduğu, yine o günün çetin azabı gözönüne alınırsa daha iyi anlaşılır.

"Bağışlaması bol olan Rabbimiz" (en-Necm, 53/32) kullarını "Cennete ve mağfirete davet eder" (el-Bakara, 2/221). Nitekim bir ayette şöyle buyurulur: "Ey insanlar Rabbiniz tarafından bağışlanmaya, Allah'a ve peygamberine inananlar için hazırlanmış göğün genişliği kadar olan Cennete koşuşun. Bu Allah'ın dilediğine verdiği bir lütuftur. Allah büyük lütuf sahibidir" (el-Hâdîd, 53/21).

İnsanı yaratan, ona çeşitli nimetler veren Allah Teâlâ, elbette ki kendisinden korkulmaya en lâyık olandır. Durum böyle olunca affetmek de O'nun iradesi dahilinde olacaktır. Nitekim bir ayette şöyle buyurulur: "Allah, kendisinden korkulmaya daha lâyıktır ve O bağışlamaya da daha ehildir" (el-Müddessir, 74/56). Hz. Peygamber (s.a.s), bir çok hadislerinde Allah Teâlâ'nın mağfiret sahibi ve Gafûr olduğunu vurgulamıştır.

Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: "Allah Teâlâ'nın doksan dokuz ismi vardır birisi de "Gaffâr'dır". Allah Teâlâ'nın günahları örtmesi dünya da o günahları açığa çıkarıp insanların içinde o kulu rezil etmemesi şeklindedir. Ahirette ise, kulunun günahlarını ortaya çıkarıp onu o günahlardan dolayı hesaba çekmemek şeklinde tecelli edecektir. Mağfiretin dünya ve âhiret hayatını ilgilendiren, bu öneminden dolayı Allah Teâlâ, Hz. Peygamber ümmetine Allah'tan mağfiret istemeyi tavsiye etmiştir. Hz. Peygamber, fiilen kendisi de Allah Teâlâ'dan çokça mağfiret taleb ederek ümmetine örnek olmuştur. Bir hadis-i şeriflerinde Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Ben Allah'a tevbe eder ve günde yüz defa Allah'tan mağfiret isterim".

Hz. Peygamber, mağfiret talebinin önemini anlatmak için kendisine günahlarından şikayet eden sahâbilere şöyle söylemiştir: "Şayet siz günah işlememiş olsaydınız, Allah sizi giderir, sizin yerinize günah işleyen ve Allah'tan mağfiret taleb eden bir kavim getirir". Allah'dan mağfiret taleb etmek, günah ve kusur işlemekle sınırlı bir olay değildir. Nitekim bunu Hz. Peygamber'in günde yüz defa mağfiret taleb etmesi bunun bir örneğidir. Hz. Aişe (r.a) şöyle buyurmuştur: "Nasr sûresi nazil olunca Peygamber (s.a.s) şöyle dua ederdi: "Ey Allahım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana hamdederim. Ey Allahım beni mağfiret et!". Bazı sahâbiler de en-Nasr sûresini tefsir ederken şöyle demişlerdir: "Allah bize Mekke fethini nasib ettiği ve yardım ettiği için Allah'tan mağfiret taleb etmemiz bize emredilmiştir".

Hz. Peygamber akrabalar için ve bütün müminler için istiğfar edilmesini tavsiye etmiştir. Ancak kâfirlere istiğfar edilmesi yasaklanmıştır. Çünkü mağfiret yalnızca müminler içindir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "İman edip salih ameller yapanlara, ahiret gününde Allah'ın mağfireti ve büyük bir mükâfatı vardır" (el-Fâtır, 35/57). Cahiliyyet döneminde hılfu'l-fudûl antlaşması ile zayıfları koruyan Abdullah b. Cud'ân'ın Cennette mi yoksa Cehennemde mi olduğu Hz. Peygamber'e sorulunca şöyle buyurmuştur: "O Cehennemdedir. Çünkü bir defa olsun, Allah'ım beni mağfiret et" dememiştir.

Allah Teâlâ'dan mağfiret istemek Allah'ın ulûhiyetini ve Rabliğini kabul etmek anlamı taşıdığından, mağfiret dilememek Allah'a isyan kabul edilmiştir. Müşriklere ve münafıklara, mağfiret etmek hususunda Allah Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurmuştur: "Onlara ister istiğfar et, istersen etme. Şayet onlar için yetmiş defa da istiğfar etsen Allah onları mağfiret etmeyecektir" (et-Tevbe, 9/80). Bu ayet-i kerimedeki muhayyerlikten dolayı Hz. Peygamber, Abdullah b. Ubeyy b. Selûl öldüğünde, onun oğlu Abdullah'ın ısrarı ile babasının kabri başında onun için mağfiret talebinde bulunmuştur. Bu hadise üzerine aşağıdaki ayet-i kerime nazil olmuş ve müşriklere mağfiret talebi yasaklanmıştır: "Bir Peygamber'e ve müminlere müşrikler için mağfiret istemeleri yakışmaz" (et-Tevbe, 9/113). Bu hadiseden sonra Hz. Peygamber müşrik ve münafıkların cenaze namazlarını kılmadığı gibi onlar için Allah Teâlâ'dan mağfiret de istememiştir.

Cennet

Cennet, sözlük anlamı örtmek, gizlemek olan cenn kökünden isimdir. Bitki ve ağaçları ile toprağı örten bahçe anlamına gelmektedir. Cennet âhiret hayatında müminlerin ebedî saadet yurdudur. Yahudilik ve Hıristiyanlık başta olmak üzere diğer dinlerde de cennet inancı mevcuttur. Bütün dinler cennet arzusuna cevap vermeyi hedeflemiş ve cennet hayatını inananlarına vadetmiştir. Ancak en doğru ve tatminkâr cennet anlayışı İslâm'da yerini bulmuştur. Ebedî mutluluk yurdu olan cennete kavuşma ümidi bütün müslümanların en büyük arzusudur. Bütün peygamberlerin ve ilâhî kitapların gönderiliş gayesi, dünyada mutlu bir hayat yaşama yollarını göstermek ve sonuçta insanları cennete ve onun nimetlerine kavuşturmaktır.

?Cennetin sekiz kapısı vardır. Bunlardan biri Reyyan diye isimlendirilir. Bu kapıdan sadece oruçlular girer.? Reyyan suya kanmış demektir. Dünyada oruç tutanların susuzluk çekmelerine karşılık olarak, cennetin reyyan kapısı açılacak, onlar girdikten sonra o kapı kapanacaktır.

?Ramazan ayının ilk gecesi olunca cennetin bütün kapıları açılır ve bütün ay boyunca tek bir kapı bile kapanmaz.?

Ramazanda cennet kapıla¬rının açılması ilâhî rahmetin her zamankinden daha büyük oranda hayatımızı kapsaması demektir. Ramazan îman sı¬nırında şeytan saflarına karşı açılmış bir meydan muhare¬besidir. Her oruçlu bir Allah askeri olabilirse nefsine ve şeytana karşı mutlaka zafer kazanacaktır. Bu, ramazanın sair zamanlara nisbetle rahmet açısından çok daha zengin olma¬sındandır. Cennet kapıları, rah¬met kapıları ve gök kapıları olarak haber verilmektedir. Gök kapıları rahmet kapıları, rahmet kapıları da cennet kapıları demek¬tir.

Kur?ân-ı Kerim?de cehennemin yedi kapısı olduğu açıkça ifade edilirken, cennetin kapıları hakkında herhangi bir işarette bulunulmamıştır. Cenneti sekiz kapısı olduğu peygamberimizin sahih hadisleriyle sabittir. Bu kapıların hangi ibadetleri işleyenlere tahsis edildiği ve buna göre ne gibi isimler aldığı da hadislerde ifade edilmektedir.

Cennetin isimleri Kur?an-ı Kerim?de müfred, tesniye ve cemi şekilleriyle 147 yerde geçmektedir. 25 yerde dünyadaki bağ-bahçe; 6 yerde Adem ile Havva?nın iskan edildiği mekan; bir yerde de Sidretü?l-Müntehâ?nın civarında bulunan Me?vâ cenneti manasında, diğer yerlerde de ahiret cenneti anlamında kullanılmıştır.

Cenneti ifade etmek için kullanılan isimleri şöyle sıralayabiliriz: Cennet, Cennetü?n-naîm, Adn, Firdevs, Hüsnâ, Dâru?s-selâm ve Dâru?l-mukâbele.

Buhari ve Müslim'de yer alan bir kudsî hadisde ise, Allah Teâlâ'nın salih kullarına âhiret azığı olarak hazırladığı nimetlerin Ramazan sofraları gibi tasvir edildiğini görmekteyiz. Hadis şöyledir: "Allah: 'Ben salih kullarıma âhiret azığı olarak hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve insan kalbinden geçmeyen şeyler hazırladım' buyurdu."

Âhiret hayatının dünya hayatı ile kıyaslanması mümkün olmadığı gibi cennet nimetlerinin de dünya nimetleriyle kıyaslanması mümkün değildir. Çünkü bir insan dünyalık hususunda masallarda olduğu gibi, 'Dile benden ne dilersen' lütufkarlığı karşısında ancak bildiği ve gördüğü şeyleri isteyebilir. Âhiretin o eşsiz nimetlerinden de dünya nimetlerine şekil olarak benzeyenleri hatırlayabildiği nisbette arzu edebilir. Daha fazlasını isteyemez; istemeyi hayal bile edemez. Çünkü Allah'ın salih kullarına hazırladığı cennet nimetlerini ne melekler ne de paygamberler bilir. Sadece Allah bilir.

Hiçbir müminin, hiçbir meleğin ve hatta hiçbir peygamberin dahi mahiyetini bilemediği cennet nimetleri ve cennet hayatı ile ilgili âyet ve hadislerdeki beyanlara dayanarak şunları söyleyebiliriz:
1. Allah Teâlâ cennete girmeyi hak etmiş kullarına hesapsız lütuflarda bulunacaktır.
2. Cennet nimetleri belirli şeylerden ibaret değildir. Orada herkese arzu ettiği herşey verilecektir.
3. Cennet hayatı ölümsüzdür. Orada kin, düşmanlık, hased gibi kötü duygular olmayacaktır.
4. Cennette sürekli barış ve huzur vardır.
5. Cennette sonsuz lüks ve konfor vardır.
6. Cennet ehli hem ruhî hem de bedenî bakımdan son derece güçlü ve yetenekli olacaktır.
7. Cennette maddî tatminlerin yanında manevî tatmin, yani Allah'ın razı olması da vardır.
8. Cennet hayatının en üst seviyesi olarak Allah'ı görme ve onunla konuşma da olacaktır.


Cehennem

Cehennem, derin kuyu, ahirette kâfir ve günahkâr kimselerin azap çekecekleri ceza yeri anlamına gelir.

Kur'an-ı Kerîm'de inanan ve güzel amel işleyen kimselere Cennet vadedildiği gibi (18/107); kâfir ve günahkâr kimselere de Cehennem vâdedilmiştir. Kâfir, münâfık ve müşrikler Cehennem'de ebedî kalırlar, orada ölmezler ve azabları hafifletilmez. Tövbe etmeden günahkâr olarak ölen ve Allah'ın kendilerini affetmediği mü'minler ise Cehennem'de ebedî kalmazlar. Kendilerine günahları kadar azap edilir. Sonra oradan kurtulup Cennet'e girerler ve orada ebedî kalırlar.

Hadis-i şerifte: ?Ramazan ayının ilk gecesi olunca cehennemin bütün kapıları kapanır ve bütün ay boyunca tek bir kapı bile açılmaz.? buyurulur.

Ebedî âhiret hayatının cennetlikler için büyük bir müjde, cehennemlikler içinse ızdırap ve keder sebebi olması ile ilgili olarak Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"-Cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme vardıkları zaman ölüm getirilecek, cennetle cehennem arasına konulacak, sonra kesilecektir. Ardından bir dellâl:
- Ey cennetlikler (artık) ölüm yok! Ey cehennemlikler (artık) ölüm yok, diye nida edecek. Böylece cennetliklerin sevinci bir kat daha artacak. Cehennemliklerin üzüntüsü de bir kat artacaktır.?

Allah Cehennem'i diğer yaratıklardan önce yaratmıştır ve şu anda mevcuttur, yok olmayacaktır. Ateş, insan cismine çok büyük acı ve ızdırap verdiği için ahirette kâfir ve münâfıkların cezası ateşle verilecektir. Böylelikle Cehennem, Allah'ın tutuşturulmuş ateşinin ismidir.

İşte Cehennem'in en açık vasfı ateş olduğu için bazen, Cehennem yerine ateş manasına "nâr" kullanılır.

Kur'an-ı Kerîm'de Cehennem'in yedi kapısının olduğu belirtilmektedir. "Cehennemin yedi kapısı olup, her kapıdan onların girecekleri ayrılmış bir kısım vardır. " (15/44). Bu ayet iki şekilde tefsîr edilmiştir:
a- Cehenneme girecekler çok olduğu için;
b- Cezalandırma azgınlığın çeşit ve derecelerine göre olacağı için Cehennem'in yedi kapısı veya tabakası vardır. Bu kapı veya tabakalar şunlardır:
1. Cehennem; yukarıda söz konusu edildiği şekilde Kur'an-ı Kerîm'in yetmişyedi ayetinde geçmektedir.
2. Lâzâ (alevli ateş): "Hayrı' (Allah onu azabdan kurtarmaz) Çünkü o Cehenneın alevli bir ateştir" (70/15).
3. Saîr (çılgın ateş): "O şeytanlara (ahirette) çılgın ateş azabı hazırladık. " (67/5). Ayrıca on beş ayette daha bu isimle geçmektedir.
4. Sakar (kırmızı ateş): "Hem ey Rasûlüm bilir misin, nedir o sakar (Cehennem). " (14/27)
5. Hâviye (uçurum): "O, kızgın bir ateştir " (101/9-11).
6. Hutame (kalbleri saran ateşli kaygı): "Şüphesiz o, Hutame ye (ateşe) atılacaktır." (104/4).
7. Cahim (yanan kızgın ateş): "Küfredenler ve ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar Cahim'in yarânıdırlar. " (5/10).

Cehennem'de görülecek azabın miktar, şiddet ve şekillerini ancak Allah ve Rasûlü'nün bizlere bildirmesiyle ve bildirdikleri kadarıyla bilebiliriz. Kur'an-ı Kerîm'de belirtildiğine göre;
a- Cehennem kâfirleri çepeçevre kuşatır: "Cehennem inkâr edenleri şüphesiz çepeçevre kuşatacaktır. " (9/49).
b- Cehennem ateşi sönmez: "Biz sapık kimseleri kıyamet günü yüzü koyun, körler, dilsizler ve sağırlar olarak haşrederiz. Varacakları yer Cehennem'dir. Onun ateşi ne zaman sönmeye yüz tutsa hemen alevini artırırz. " (17/97).
c- Cehennem dolmak bilmez: "O gün Cehennem'e: "doldun mu?"deriz. O: " Daha var mı?" der. " (50/30).
d- Kaynarken çıkardığı ses: "Rablerini inkâr eden kimseler için Cehennem azabı vardır. Ne kötü bir dönüştür. Oraya atıldıkları zaman onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler. Nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. İçine her bir topluluğun atılmasında bekçileri onlara: "size bir uyarıcı gelmemiş miydi" diye sorarlar. Onlar evet, doğrusu bize bir uyarırı geldi; fakat biz yalanladık ve Allah hiç bir şey indirmemiştir, siz büyük bir sapıklık içerisindesiniz, demiştik " derler. " (67/6-9).
e- "Ateş onların yüzlerini yalar, dişleri sırıtıp kalır. " (23/104).
f- "Boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülür, sonra ateşte yakılırlar. " (40/70-72).
g- İnkâr edenlere ateşten elbiseler kesilmiştir-. Başlarına kaynar su dökülür de bununla karınlarındakiler ve derileri eritilir. Demir topuzlar da onlar içindir. Orada uğradıkları gamdan ne zaman çıkmak isteseler, her defasında oraya geri çevrilirler. Ve kendilerine "yakıcı azabı tadın"denir. (22/19-22).
h- Derileri yandıkça azabı tatmaları için yeniden başka derilerle değiştirilir. (4/56).
i- Ölümü isterler fakat azabları devamlıdır, ölmezler. (bk. 43/74-77; 35/36).

Hz. Peygamber'in ifadesine göre: "Cehennem ateşi (miktarca ve sayıca) dünya ateşleri üzerine altmış dokuz derece fazla kılınmıştır. Bunlardan her birinin harareti bütün dünya ateşinin harareti gibidir."

Kur'an-ı Kerîm, Cehennem ehlinin çekeceği azap ve yiyecekleri hakkında da bir takım tasvir ve izahlarda bulunur: "(Nasıl) ağırlanmak için bu (nimet) mi hayırlı yoksa zakkum ağacı mı? Biz onu zalimler için bir fitne (sınama vesilesi veya azap) kıldık. O, Cehennem'in dibinde çıkan bir ağaçtır. Tomurcukları şeytanların başları gibidir. Onlar ondan yiyecekler ve karınlarını onunla dolduracaklar. Sonra onların, bunun üzerine kaynar su karıştırılmış bir içkileri vardır. (Yedikleri zakkum, boğazlarını yakar) Yanan boğazlarını dindirmek için içecek bir şey ararlar. Ama kaynar su katılmış kusuntu ve irinden başka içecek bulamazlar." (Sâffat, 37/62-67). "O ayetlerimizi inkâr edenleri yakında bir ateşe sokacağız, (öyle ki) derileri piştikçe azabı tatsınlar diye onlara başka deriler vereceğiz! Şüphesiz Allah daima üstün ve hikmet sahibidir." (en-Nisâ, 4/56).

Cezalar, işlenen suçlar cinsinden olacaktır. Dilleriyle suç işleyenlerin cezaları dillerine; elleriyle günah işleyenlerin cezaları ellerine vs. tatbik edilecektir.

Cehennem'in yakacağı hakkında da Kur'an'da bilgi verilmekte ve şöyle denilmektedir: "Ey inananlar, kendinizi ve ailenizi bir ateşten koruyun ki, onun yakıtı insanlar ve taşlardır. " (66/6).

Kur'an'da Cennet ehli ile Cehennem ehli arasında konuşmalar yapılacağı da belirtilerek bu konuşmalardan nakiller yapılmaktadır: "O gün münâfık erkekler ve münâfık kadınlar (sür'atle Cennet'e girmekte olan) müminlere derler ki: "(Ne olur) bize bakın da sizin nurunuzdan alalım." Onlara: "Arkanıza dönün de nur arayın!" denilir (Kendileriyle alay eden bu ses, onlara diyor ki: Arkada kalan dünyaya dönün nur orada aranır. Nurun kaynağı, dünyada yapılan işlerdir. Böyle denilir ve müminlerle münafıkların) aralarına kapılı bir sur çekilir ki, onun içinde rahmet vardır. Dış yönünde de azap. (Münafıklar), onlara seslenirler: "Biz de sizinle beraber değil miydik" Müminler derler ki: "Evet ama, siz kendi canlarınıza kötülük ettiniz. (İnananların başlarına felaket gelmesini) gözlediniz. Şüphe ettiniz, kuruntular sizi aldattı. Allah'ın emri (olan ölüm) gelinceye kadar (böyle hareket ettiniz). O çok aldatıcı (şeytan) sizi Allah hakkında aldattı. " (57/13-14).

Başka bir yerde de şöyle anlatılır:
"Cennet halkı, ateş halkına seslendi: Rabbimiz'in bize vadettiğini biz gerçek bulduk. Siz de Rabbiniz'in size vadettiğini gerçek buldunuz mu? (Onlar da): Evet dediler ve aralarında bir ünleyici: Allah'ın lâneti zalimlerin üzerine olsun! diye ünledi." (7/44-45).

İnsanın eğitimi ve iyi davranışlara yönlendirilmesi açısından Cennet ve Cehennem inancının dünya hayatına etkileri açıktır. Kişi, gizli ve açık yaptığı her şeyin karşılığını, bulacağını ve Cehennem'deki cezânın dehşetini hatırladığında, elbette hareketlerine çeki düzen verme ihtiyacını duyacaktır.

Rahmet

Rahmet, İncelik, ihsan, bağışlama, acıyıp esirgeme, Allah'ın kullarına acıması, onlara sevgi, şefkat ve merhametle muamele etmesi anlamında Kur'anî bir tabirdir. Allah Teâlâ, kullarına rahmet ve şefkatle davranmayı nefsine vacib kıldığını, Rabbiniz, sizden her kim bilmeyerek fenalık yapar da arkasından tövbe eder ve nefsini düzeltirse, ona rahmet etmeyi kendi üzerine almıştır. O, bağışlayan ve merhamet edendir" (el-En'am, 6/54) ayetiyle açıklamıştır.

Rahmet, bütün yaratıkların iyiliğini isteyip onlara yardım etme arzusu duymaktır. Allah Teâlâ'nın bu kelimeden türemiş bazı güzel isimleri vardır; Rahmân: Esirgeyen, Rahîm: Bağışlayan, Erhamürrâhimîn: Merhametlilerin en merhametlisi, Hayrürrâhimîn: Merhametlilerin en hayırlısı, Zürrahme: Rahmet sahibi, Zü Rahmetin Vasia: En geniş Rahmet sahibi... gibi.

Kur'an-ı Kerim'de yüzden fala yerde geçen bu isimler, Allah'ın rahmetinin çok ve tükenmez derecede bol ve her şeyi kapladığını gösterir. Cenab-ı Allah yaratıklarına, şanına yakışır bir acıma ve şefkat duygusu ile muamele eder. Esasen hayatın kaynağı da, bu ilâhî rahmettir. Yaratılışı düşünecek olursak, insanı oluşturan sperm ve yumurta, çok sağlam, dış etkenlerden korunmuş, rahim denilen çok müsait bir ortamda birleşerek gelişir. Hayatın ilk kıvılcımı, ancak böyle bir rahmet ortamında başlayabileceği için ona, aynı kökten türemiş olan Rahim ismi verilmiştir. Dünyaya gelen her canlı yavrusu ancak, Allah'ın verdiği nimetler ve ana-babasının sevgi ve merhametiyle gelişip büyüyebilir. Eğer bu merhamet duygusu olmasa, hayatın devamı mümkün olmazdı. Allah Teâlâ'nın; "Benim rahmetim her şeyi içine almıştır" (el-Arâf, 7/156) sözü bu gerçeği ifade etmektedir. Canlılar, ilahi rahmetin çeşitli tecellileri olan ve saymakla bitirilemeyecek nice nimetler sayesinde hayatiyetlerini devam ettirirler. Hak yolu bulmaları için Allah Teâlânın insanlara kitaplar, peygamberler göndermesi de rahmetinin bir tecellisidir: Ey Habibim Muhammed! Biz seni, alemlere rahmet olasın diye gönderdik".

"Bu Kitabı (Kur'an'ı) sana, her şeyin açıklaması, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve müslümanlar için de bir müjdeci olarak gönderdik" (en-Nahl, 16/89) ayetleri bunu göstermektedir.

"Allah Teâlâ, rahmetini yüz parçaya ayırdı, doksan dokuzunu yanında bıraktı, bir parçasını yeryüzüne indirdi. İşte bu bir parça rahmet sebebiyle bütün yaratıklar birbirine merhamet eder. Hatta yavrulu bir kısrak, yavrusu daha rahat emebilmesi için ayağını kaldırır" (Buhârî, Edeb, 19) hadisi, rahmet cevherinin aslında bir bütün olduğunu, sadece insanlara değil, bütün mahlukata verildiğini gösterir. Buna göre, Allah Teâlâ'nın gerçek rahmetinin büyüklüğünü düşünmek gerekir. Kalbinde merhamet duygusu taşıyan bir insan, içinde ilâhî bir cevher taşıyor demektir. Merhameti olmayan kişi, bu ilahi nimetten nasipsiz kalmıştır. Hz. Peygamber'in çocukları sevip okşamasına hayret eden ve on çocuğundan hiçbirini öpmediğini övünerek söyleyen bedevîye; "Şayet Allah senin kalbinden merhameti söküp almışsa, ben sana ne yapabilirim? Acımayana acınmaz. " demesi de bunu gösterir.

İbadetler, bilhassa oruç ve zekat, merhamet duygusunu arttırır. Müslümanın merhameti bütün müminleri bütün insanları, hatta bütün canlıları içine almaktadır. Çünkü İslam, yaratıcıya hürmet, yaratılana şefkat ve merhamet temeli üzerine bina edilmiştir. Rahmet Peygamberi (s.a.s); "İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez" buyurur. Küçüklere, güçsüzlere, yardıma muhtaç olanlara, hayvanlara... rahmet ve şefkatle davranmak Peygamberimizin en önemli özelliklerinden ve ümmeti olan bizlere tavsiye ettiği şeylerdendir: "Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir", "Merhamet edenlere Allah da merhamet eder. Siz yeryüzündekilere -bütün canlılara- merhamet edin ki, göktekiler de -Allah ve melekler- size merhamet etsin".
Post Reply

Return to “Sünnet”