Tevekkül

Başta hocaefendilerimiz olmak üzere büyük zatların tasavvuf tanımları, tasavvufun inceliğine dair yazılar, vs...
Post Reply
seyir

Tevekkül

Post by seyir »

Allâh'a Tevekkül

Tevekkül: Sebep ve tedbirde ihmâl göstermemek şartıyla sebebi hiç nazarı îtibâra almamak, Allah Teâlâ'ya güvenmek. İşi Rab Teâlâ'ya havâle etmek, işi idâre etsin diye O'nun ilmine ve murâkabesine sığınmak, sebep ve tedbiri ilahlaştırmamak, insan irâdesine ve tabiat kânunlarına Allâh'ın irâdesinden daha çok önem ve değer vermemek, kısaca, Allâh'ı vekil kılmak ve vekîle tam olarak îtimad etmektir.

Sûfîler beşerî irâdeye, sebep ve tedbir fikrine ve tabiat kânunlarına fazla önem ve değer vermenin, ilâhî irâdeye ve takdire önem ve değer vermemek mânâsına geldiğine kânidirler. Sebep ve tabiat kânununa ne kadar çok önem verilirse, ilâhî irâdeye o kadar az ehemmiyet verilir. Sebep ile ilâhî irâde arasında ters orantı vardır.

Tasavvuf, kulun, yaratılış gâyesine en uygun hayatı seçmesini ve ona ulaşmasının yollarını aramasını arzular. Bu gâyenin en şereflisi mârifetullahtır. İnsanların bu makâma ulaşmasına sebep olan yollardan biri ve en önemlilerinden olan Allâh'a tevekkül ve O'ndan yardım dilemektir.

Allah Teâlâ tevekkülü emretmiş, onu îmân ile birlikte zikretmiş ve şöyle buyurmuştur: "Ey Rabbimiz! Ancak sana tevekkül ettik. Sana ibadete koyulduk ve dönüş yalnız sanadır."

Tevekkül mü'minin sıfatı ve îmânın meyvesidir. Bu meyveden mahrum olan insanın kuvvetli bir îmâna sâhip olması düşünülemez. Kur'ân-ı Kerîm'in muhtelif âyetlerinde bu husûsa temas edilmiştir: "Eğer mü'min iseniz Allâh'a tevekkül ediniz."

"Mü'minler yalnız Allâh'a tevekkül etsinler."

"Mü'minler yalnız Allâh'a tevekkül etmelidir."

"Tevekkül edenler yalnız Allâh'a tevekkül etmelidir."

"Mü'minler yalnız O'na (Allâh'a) tevekkül etsinler." Bu âyette Allah Teâlâ, mütevekkillerin tevekkülünü, mü'minlerin tevekkülünden daha has kılarak onları havastan saymıştır. Bundan sonra havassül havassın tevekkülünü zikrederek şöyle buyurur: "Kim Allâh'a tevekkül ederse Allah ona kâfidir."

Allah Teâlâ böylelerini mâsivâya ircâ' etmez. Nitekim Allah Teâlâ peygamberlerin efendisi, mütevekkillerin imamı olan Cenâb-ı peygamberi: "Ölmeyen, diri olan ve kuluna yeten Allâh'a" tevekkül etmeye çağırıyor ve yine O: "Gece namaza kalktığında seni gören Rahîm ve Azîz olan Allâh'a" tevekkül etmeye dâvet ediyor....
seyir

Re: Tevekkül

Post by seyir »

Tevekkül üç derecedir. Tevekkülün başlangıcı, her mü'minin sıfatıdır. Ortası teslim, sonu ise tev'fizdir (işi Allâh'a bırakmaktır).

1. Mü'minlerin tevekkülüdür ve tevekkül, esbâba sarıldıktan sonra başlar. Zîra o kalbin Allah Teâlâ'ya olan güvenidir. Allâh'ın kullarına bahşettiği şeylerle tatmin olmayan kalbin huzur içinde bulunması mümkün değildir.

Enes b. Malik (r.a) anlatıyor: Devesine süvâri olan bir adam Resulullâh'ın (a.s.v) huzûruna geldi ve Ey Allâh'ın Resulü, devemi salıveriyor ve tevekkül ediyorum ne dersiniz? dedi. Resûlullah (s.a.v): "Hayır! bağla ve öyle tevekkül et" buyurdu.

Tevekkülün mahâlli kalptir. Zâhirî ameller tevekküle zıt değildir. Her şey kader ve kazâ ile sınırlıdır. Kulun esbâbı tevessülden sonra vazîfesi, tevekküldür. Zîra Hak Teâlâ her şeyin Hâlikıdır. Peygamber (s.a.v) Efendimiz müslümanı, her hâlinde tevekküle dâvet etmiştir. Özellikle, bir kimse evinden çıkarken besmele çekip "Ben Allâh'a (c.c) tevekkül ettim" derse, ona şöyle cevap verilir: "Hidâyete yöneltildin, ihtiyâcın giderildi, sakındırıldın ve şeytandan uzaklaştırıldın."

Tevekkül sâdece dil ile ifâdeden ibâret değildir. Gerçek tevekkül Allâh'ın (c.c) kendisi hakkındaki takdirine rızâ göstermektir.

İbrâhim Havvas (k.s), Nefsi hakkında tevekkülü sıhhatli olanın, başkası hakkındaki tevekkülü de sağlam olur, demiştir. Yâni, aczini bildiği için kendine güvenmeyen, başkalarının da kendisi gibi âciz olduğunu bilir, onlara güvenemez. Sadece Allâh'a (c.c) îtimad eder, demektir. Tevekkül insan hayatında meydana gelecek hâdiselerin rûhî karışıklıklara yol açmasını önler ve tevekkül gönüllere itmi'nan bahşeder.

Tüsterî'ye (k.s) göre mütevekkilin alâmeti, meşrû olan sebeplere tevessül ile helâl kazânç ve malı mahalline sarfetmektir.

Serrac (k.s) diyor ki: Mü'minlerin tevekkülü Ebû Turâb Nahşebî'nin (k.s) tevekkülden sorulduğunda verdiği cevap gibidir: "Tevekkül, ubûdiyyette bedeni devreden çıkarıp, kalbi rubûbiyyete bağlamak ve mikdarı kâfî şeyle yetinmektir. Böyleleri verilince şükreder, verilmeyince kadere râzı olan rızâları sebebiyle sabreder.

Kuşeyrî (k.s) diyor ki: Tevekkülün yeri kalptir, zâhirde (tedbir ve sebebe tevessül ile çalışmak) hareketle meşgul olmak kalpteki tevekküle zıt değildir. Kul takdirin Allah Teâlâ cihetinden olduğuna hakîkaten ve yakînen kanâat getirmiş olursa, bu durumda istediği bir şeyi elde edemezse, "O'nun takdiri budur" diye; elde ederse, "Bu O'nun lütfudur" diye düşünür...
seyir

Re: Tevekkül

Post by seyir »

Sehl b. Abdullah (k.s): Tevekkül Nebî (a.s.v)'in hâlidir, çalışıp kazânmak ise sünnetidir. Onun hâli üzere bulunan sünnetini katiyyen terketmez, demiştir. Dekkak (k.s) da şöyle diyor: Tevekkül bütün peygamberlerin; teslim, İbrâhim (a.s)'ın; tevfiz, peygamberimizin (s.a.v) sıfatıdır.

Tazyi' (vakti ve emeği zâyetme) ile tefviz arasında fark vardır. Tazyi' Allah Teâlâ'nın hakkında (farz ve haramda) bahis konusu olur ve bu kötü bir şeydir (tazyi', Allâh'a güvenerek emredileni terketmek, nehyedileni işlemektir). Tefviz ise, insanın kendisi hakkında bahis konusudur ve bu iyi bir şeydir.

Hâris Muhâsibî (k.s)'ye: Mütevekkile tamah yol bulur mu? diye sorulmuş. O da: Mütevekkile tabiatı icâbı tamahı hatırlama yol bulur, fakat ona zarar veremez. Halkın elinde bulunandan ümit kesmek, tamahı söküp atmak için ona güç verir, demiştir.

Ebu Bekir Râzî'den (k.s) naklediyor Kuşeyrî (k.s): Mümşad Dineverî'nin yanında bulunuyordum. Söz borçtan açılmıştı. Mümşad dedi ki: Benim de borcum (adak) vardı. Bu benim gönlümü meşgul ediyordu. Rüyâda birinin bana: Ey cimri, bize şu kadar borçlandın, bundan niye endişe ediyorsun, almak senin, vermek bizim hakkımızdır, dediğini duyar gibi oldum. Bundan sonra ne bir bakkalın ne de bir kasabın hesabını düşündüm. (Borç ve taahhüd altına girerken korkmamalı, bunları ödemeye Allâh'ın insanı muktedir kılacağına güvenmelidir. Vermek, yâni ödemek niyeti hâs ve hâlis olursa, tevekkül, teşebbüse mâni olmuyor.)

Bir hadislerinde Resûlullah (a.s.v) Efendimiz şöyle buyuruyor: "Bir hac mevsiminde bütün ümmetler bana gösterilmişti, dağları, ovaları dolduran ümmetimin çokluğu ve teşkil ettiği yekûn hoşuma gitmişti. Bana soruldu: Durumdan memnun musun? Evet, dedim. Bunlarla berâber (Allâh'a tevekkül ederek), dağlama ile tedâvi yapmayan, falcılık ve üfürükçülük gibi şeylere inanmayan ve Rablerine tevekkül edenlerden yetmiş bin kişi hesapsız ve sualsiz cennete gireceklerdir." Bunun üzerine Ukkaşe b. Mıhsan Esedî (r.a) ayağa kalktı ve: Ya Resûlullah! Duâ buyurun da Allah beni o zümreden eylesin, dedi. Resûlullah (a.s.v): "Allâh'ım! bunu da onlardan kıl", diye duâ ettiler. Bunu gören diğer bir adam da aynı şeyi isteyince Allah Resûlü (s.a.v) "Bu mevzûda Ukkâşe senden önce davrandı" buyurdu.48 Tevekkül atâleti gerektirmez, meskenete cevâz vermez.

Derler ki: Tevekkül vâdi ilâhîye güvenmektir. Tevekkül, hayatı bir güne indirip yarın endişesinden kurtulmaktır. Zunnûn (k.s)'a sorulmuş, şu cevâbı vermiş: Nefsin tedbirini bir kenara bırakıp, kendinde bir kuvvet ve varlık görmemektir. Ferid Kâm merhum da mısralarla diyor ki:

"Evvel Allâh'a tevekkül eyle

Sonra esbâba tevessül eyle

Matlabın hâsıl olursa şükret

Şâyet olmazsa tahammül eyle." ...
seyir

Re: Tevekkül

Post by seyir »

2. Havvâsın Tevekkülü: Atâ (k.s) der ki: Allah Teâlâ'ya bir sebep ve vâsıta ile tevekkül eden kimse, tevekkülünü Allâh'a ve Allah için yapıp sebeplere bağlanmadan mütevekkil olmadıkça gerçek tevekkül ehli sayılmaz.

Vâsıtî'ye (k.s) göre tevekkül: Tevekkülün aslı ihtiyaçtır, iftikâr ve yokluktur. Tevekkülün ideallerden koparılmaması, kişinin ömrü boyu bir an bile gönlüyle tevekkülüne iltifat etmemesidir.

Sehl b. Abdullah (k.s): Tevekkül, yüzünü Hakk'a çevirip O'na arkasını dönmemektir. Bu mânâda tevekkülü ancak kabir ehli kimseler sağlıklı olarak yapabilir, yâni, "ölmeden evvel ölmek" sırrına erenler bu mânâda bir tevekkülü gerçekleştirebilirler, der.49 Yine O (k.s), şöyle söylüyor: Tevekkül hâriç, her makâmın bir yüzü bir de arkası vardır. (Yâni, her makam artar ve eksilir, ileri ve geri gider). Tevekkülün yüzü vardır, fakat arkası yoktur. Sehl (k.s) bu sözü ile kifâyet tevekkülünü değil, inâyet tevekkülünü kasdetmiştir. Bu ise tevekkül için karşılık beklememek mânâsına gelir.

Zünnûn (k.s), tevekkülün ne demek olduğunu soran bir adama: Mal, nefs, ihtiras gibi rabları söküp atmak ve sebeplere îtimad fikrinin kökünü kazımaktır, demiş; sual sâhibi. Biraz daha mâlumat verir misiniz? deyince: Yâni, nefsi Rab (efendi) olma durumundan çıkarıp kulluk yapma vaziyetine sormaktır, diye cevap vermişti.

Ebu Said Harraz (k.s): Tevekkül, sükûneti olmayan bir sallantı ve sallantısı bulunmayan bir sükûnettir, demiştir. Yâni, tevekkül, huzursuz bir ızdırap ve ızdırapsız bir huzurdur. Maddi sebebe karşı huzursuz bir ızdırap, hakîki sebep olan Hakk'a karşı ızdırapsız bir huzur hâlidir, demektir.

Ebû Hamza (k.s) şöyle derdi: Ben tok bulunduğum zaman yolculuk yapmak için çöle girmek konusunda Allah'tan utanırım, çünkü tevekkül esâsına göre hareket etmeye azmetmişimdir. Böylece, yolculuk esnâsında tokluğa ve yanıma aldığım azığa güvenmemeğe gayret etmişimdir.

Hüseyin (k.s) diyor ki: Tevekkül esâsına uyarak ondört defa yaya hac yapmıştım. Ayağıma diken battığı olurdu. O zaman, nefsimi tevekkül esâsına göre hareket etmeye mecbur edeceğim diye Allâh'a (c.c) verdiğim sözü hatırlar, içinde diken bulunan ayağımı yere vura vura yolculuğuma devam ederdim.

Fevganî (k.s) anlatıyor: İbrâhim Havvas (k.s) tevekkülde tecrid makâmına yükselmişti. Bu mevzûda kılı kırk yarardı. Böyleyken, iğne iplik, matara ve makası yanından ayırmazdı. Herşeyden kaçınırken bunları neden yanında taşıyorsun? denilince: Bu gibi şeyler tevekküle zıt düşmez, çünkü Allah Teâlâ üzerimize bir takım şeyleri farz kılmıştır. Sûfînin (fakirin) üzerinde sâdece bir elbisesi bulunur. Elbisenin yırtıldığı sık sık görülür. Eğer iğne ve iplik bulunmazsa, mahrem yerleri görünür ve namazı bozulur. Abdesti bozulan sûfî yanında matarası olmazsa ne yapar? Abdesti ne ile alır? Yanında matarası, iğne ve ipliği bulunmayan derviş görürsen, namazını kâmil bir şekilde edâ etme bahsinde derhâl onu itham et! demişti. ...
seyir

Re: Tevekkül

Post by seyir »

Sûfîlerden biri anlatıyor: Çölde yolculuk yapıyordum, kâfileyi bırakıp önde gitmeye başladım. Önümde bir insan gördüm. Hızlı gittim ve kendisine yetiştim. Bu kimsenin, elinde asasıyla ağır ağır yürüyen bir kadın olduğunu hayretle gördüm. Yorgun ve bitkin bir kadın sandım. Elimi cebime soktum, yirmi dirhem çıkardım, bunu al, kâfile gelene kadar bekle, kâfileden bir binek kirala, sonra akşam olunca yanıma gelirsin, durumunu düzeltmenin çâresine bakarım, dedim. Bunun üzerine kadın eliyle şöyle bir havaya işâret etti, bir de ne göreyim, avuçları para ile dolmuş. Kadın bana dedi ki: İşte böyle, sen dirhemleri cebinden aldın, ben ise dinarları gaybdan aldım.

Ebu Süleyman Dârânî (k.s), Mekke'de günler geçtiği halde bir yudum zemzemden başka bir şey ağzına almayan birini görmüş ve bir gün bu zâta: Zemzem kuyusu tahrip edilse acaba ne içmeyi düşünürsünüz? demişti. Bunun üzerine adam Dârânî'nin başını öpmüş ve: Beni irşad eylediğiniz için Allah (c.c) size bol hayır ihsân eylesin, demek ki ben günlerden beri zemzeme ibâdet etmekte (ona güvenip burada kalmakta) imişim, dedi ve oradan ayrılıp gitti.

Derler ki: Tevekkül, şek ve şüpheyi defetmek, Mâlikü'l Mülk olan Allâh'a mutlak olarak teslimiyyet göstermektir.

Ebû Ali Dekkak (k.s) şöyle diyor: Tevekkül mü'minin sıfatıdır; teslim evliyânın sıfatıdır; tefviz tevhîd sâhiplerinin sıfatıdır. Şu halde tevekkül avâmın sıfatı, teslim havassın sıfatı, tevfiz ise havassın da havassı olanların sıfatıdır.

Yine O (k.s): Mütevekkilin üç derecesi mevcuttur: Tevekkül, teslim, tefviz. Tevekkül sâhibi Allâh'ın (c.c) vâdine güvenip huzur bulur; Teslim sâhibi Allah Teâlâ'nın (hâlini bildiğine kâni olarak) ilmi ile iktifâ eder: Tefviz sâhibi ise Allâh'ın (c.c) hükmüne rızâ gösterir.

Tevekkül başlangıç, teslim orta, rızâ ise son hâldir, deyen de Dekkak (k.s) dır.

İşte o son hâlde olanlar, tevâzuda da en ileri derecededirler. Hamdun'a (k.s) tevekkülden sorulunca şöyle demiştir: Bu ulaşamadığım bir derece olmuştur, îmân hâlini sağlamlaştırmayan bir kimse, tevekkül bahsinde nasıl konuşur?

Süleyman Dârânî (k.s) ise, Ahmed Havârî'ye (k.s): Ey Ahmed! Ahîretin yolları pek çoktur. Şu mübârek tevekkül hariç Şeyhiniz bunların çoğunu bilmektedir. Tevekküle gelince (bu o kadar yüce bir makamdır ki) ben onun kokusunu bile koklayamadım, demiştir. ...
seyir

Re: Tevekkül

Post by seyir »

3. Hassu'l-Havassın Tevekkülü: Kendisinden tevekkülün ne olduğu sorulan Şiblî (k.s) şöyle der: Tevekkül, olmadan önceki gibi senin varlığının Allâh'a (c.c) âid olmasıdır. Bu takdirde Allah Teâlâ da dâima senin için olur. Yine sûfîlerden biri şöyle demiştir: Gerçek tevhîde insanlardan hiçbiri erişemez. Çünkü kemâl, kemâl sıfatının sâhibi olan Allah ile tamam olur. İbn Cellâ da bu mevzûda şöyle der: Tevekkül Allâh'a sığınmaktır.

Hâllac-ı Mansur (k.s), İbrâhim Havvas'a (k.s): Bunca sefer yapıp bu kadar çöller geçerken ne yaptın? demiş. O da: Tevekkül hâli üzere bulundum, kendimi bu esâsa göre düzene soktum, diye cevap vermiş. Hâllâc (k.s): İçini (bâtınını) îmâr gâyesi ile ömrünü tükettin, tevhiddeki fenâ nerede kaldı? diye karşılık vermişti. (Tevhidde fâni olmak tevekkülün en yüksek mertebesidir). Yine Hâllac (k.s): Hakîki mütevekkil, bulunduğu yerde kendisinden daha muhtaç ve daha çok hak sâhibi biri varsa orada yemek yiyemez demiştir.

Derler ki: Bir topluluk Cüneyd'in (k.s) yanına gelerek: Rızkımızı nereden arayalım? diye sormuşlardı. Cüneyd (k.s): Rızkınızın nerede olduğunu biliyorsanız, gidin orada arayın! dedi. Rızkımızı Allah Teâlâ'dan isteyelim mi? dediler. Cüneyd (k.s): Eğer Allâh'ın (c.c) rızkınızı unuttuğu kanaatinde iseniz bunu O'na hatırlatın, dedi. Yâni, bir eve kapanıp tevekkül mü edelim? dediler Cüneyd (k.s): Allâh'ı (c.c) tecrübe etmek şüphecilik olur, dedi. Peki çâre ve tedbir nedir? dediler. Cüneyd (k.s): Çâre, çâreyi terk etmektir" diye cevap verdi.

Başkasına bağlanmaksızın Allah Teâlâ ile yaşayan bir kalbin hâlidir tevekkül, Sehl b. Abdullah'a göre. Tevekkülün yaşı yoktur.

İbrâhim Havvas (k.s) anlatıyor: Şam yolunda dînî hükümlere riâyetkâr, terbiyeli, dürüst ve yeni yetişkin bir delikanlı gördüm. Bana dedi ki: Benimle sohbet ve arkadaşlık yapmak ister misin? Ben acıkırım, dedim. Ben de seninle beraber acıkırım, dedi. Dört gün birlikte arkadaşlık yaptık. Sonra Allâh'ın bir nîmetine nâil olduk. Gence: Buyurun! dedim. Ben vâsıtalı olarak bir şey almamaya azmettim, dedi. Delikanlı, kılı kırk yarıyorsun, dedim. İbrâhim, beni medhederek şımartma, kalp akçayı sağlamından ayıran sarraf (Allah) çok daha dikkatlidir. Sen tevekkül deyince ne zannediyorsun? Tevekkülün en aşağı derecesi, fakr u zarûret hâline yakalandığın zaman nefsin, kifâyet miktarında rızık vererek zarûreti defedenden (yâni Allah'tan) başkasına tamah etmemesidir. İşte Allah âşıkı gencin hâli bu. ...
seyir

Re: Tevekkül

Post by seyir »

Nakledildiğine göre: Bir keresinde çölde bulunduğu sırada Nûrî (k.s) acıkmış ve hatiften şu sesi işitmişti: Şu iki halden hangisini daha çok arzu ediyorsun? Mûtad yoldan rızık temin etmek mi? (sebep), yoksa açlığa dayanma kudretine sâhip olmak mı? (kifâyet). Nûrî (k.s), kifâyet isterim, zîra onun üstünde bir şey yoktur, demiş ve onyedi gün yemeden içmeden bulunduğu hâl üzere kalmıştı.

Ömer b. Sinan (k.s) anlatıyor: Yanımızdan geçen İbrâhim Havvas'a: Yaptığın seferler esnasında, karşılaştığın en acayip (olağanüstü) şeyi bize anlatırmısın diye ricâda bulunduk. Olur, dedi ve anlattığı şey şuydu: Bir keresinde Hızır (a.s) ile karşılaşmıştım, benimle sohbet etmek arzusunu gösterdi. Ona îtimâd edip sükûn bulmamın tevekkül hâlimi bozacağından korktum ve derhâl kendisinden ayrıldım.

Evet, tevekkül, mutlak sûrette ilâhî irâdeye teslim olmaktır ve bu son mertebedir tevekkülde.

Adamın biri Hâtemu'l Asamm'a (k.s), Nereden yiyorsun? diye sordu. Hâtem bu soruya: "Yerlerin ve göklerin hazineleri Allâh'ındır, fakat münafıklar bunu idrâk etmezler" diye cevap verdi.

Tevekkül Allah (c.c) ile kul arasında bir sırdır, demiş bir sûfî. Bu söz, büyük sûfîlerden birinin söylediği şu sözle aynı mânâya gelir, diyor Serrac (k.s):

Hakîki tevekkül, tevekkülü terk etmektir. Bu ise mevcûd olmadan evvel insana karşı Allah (c.c) nasıl ise şimdi de onlara karşı öyle olmasıdır. Bu şu demektir: Yaratılmadan önce kulun Mevlâ'sına rızık mes'elesinde tevekkül etmesi bahis konusu değildi. Kulun şimdi de o durumda bulunması hâline tevekkül denilir.

Sühreverdî'ye (k.s) göre tevekkül: Tevekkül, herşeyin kendisine havâle edildiği Cenâb-ı Hakk'ı, bilme miktarında olur. Mârifeti olan kişinin tevekkülü de tamamdır. Tevekkülü tam olan kişi ise işlerini havâle ettiği vekil olan Allâh'ı (c.c) müşâhedede kendini kaybeder ve kendi tevekkülünün farkında bile olmaz. Mârifetin kuvveti, Allah Teâlâ'nın yapmış olduğu taksimde, adâlet sâhibi olduğunu bilmeyi gerektirir. Rızıkların taksimi, verilecek kişilere dengeli olarak dağıtılmıştır. ...
seyir

Re: Tevekkül

Post by seyir »

Allah'tan (c.c) başkasına, birşeyler umarak bakmak nefsteki cehâletten ve mârifet kıtlığından kaynaklanır. Tevekkülüne zarar veren bir durumun farkına varan herkes, bunun nefsten kaynaklandığını görür.

Tevekkülde eksiklik, nefsin zuhûru ile ortaya çıkar. Onun kemâli ise nefsin ve etkilerinin yok olması ile meydana gelir. Mârifet ve îmân mevzûunda güçlü olan kişiler, tevekküllerini sağlamlaştırmak yerine, gönlün murâdını takviye etmek sûretiyle nefslerini ortadan kaldırmanın mücâdelesini verirler. Nefs kaybolunca cehâletin kökü kazınmış, tevekkül gerçekleşmiş, kul da tevekkülünü dahi göremeyecek hâle gelmiş olur.

Gönüllerde kalan nefse âid ufacık bir kırıntı kımıldadığı zaman, hemen içlerinde: "Allah, onların kendisinden başka ne gibi şeylere yalvardıklarını bilir" âyetinin sırrı ortaya çıkar. Onların nazarında Hakk'ın varlığı bütün a'yan (eşyanın Allâh'ın ilmindeki sûretleri) ve mükevvenâtı kaplar. Kâinatı kendi kendisi ile müstakil bir varlık sâhibi olarak değil, ancak Allah ile görürler. Bu durumda tevekkül ihtiyâri değil, ızdırârî olmuş olur.

Zayıf kişilerin tevekkülünü lekeleyen sebep ve vâsıtaların mevcûdiyeti, ızdırârî tevekkül sâhiplerinin tevekkülüne zarar vermez. Çünkü o, dünyevî sebepleri, hayâti değeri olmayan cansız varlıklar olarak görür. Bu tür tevekkül, mârifet ehlinin önde gelenlerine has bir tevekküldür.

Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, dünyaya emretmiş; has kullarıma münhasır ol! Evet, has kulları için kudsiyyet hareminde sofralar hazırlatmıştır. Onlar (k.s) hazır sofra bulurlar çöllerde ve taze ekmek her öğün. Sormuşlar hazrete kaynağını, cevap vermiş; İhtiyar bir kadın, diye. Bu kadın dünya imiş. Dünya aldatıcı olmasına rağmen, Allah dostlarına işte böyle hizmet eder. Şeytan dahi kırk sene bir dervişin fenerini tutarak onu câmiye götürmüş. Ki, Kur'ân'da da şeytanın gerçek ihlâs sâhiplerini azdırıp saptıramayacağı bildiriliyor.

Anlatmaya çalıştığımız tevekkül tasavvufî terbiye görmüş zatlara hastır. Halktan bir kimsenin tevekkülü ise sebep ve tedbirlere başvurduktan sonra söz konusudur. Mürşidler müridlerini mutlak tevekküle dâvet eder ve şöyle derler: İnsan bu dünyada Allâh'ın misafiridir. Misâfirin üç günlük bakımı ise ev sâhibine âittir. Bu dünyanın bin yılı Allah indinde bir gündür. Misâfirin, misâfir olduğu yerde çıkarıp kendi ekmeğini, yemeğini yemesi ayıptır. Yakışmaz. İşte Allah (c.c) dostları dünyaya bu gözle bakar, kendilerini misâfir kabul ederler. ...
seyir

Re: Tevekkül

Post by seyir »

Yakûb Nehrocorî (k.s) diyor ki: Kâmil mânâsı ile tevekkül, mancınıkla ateşe atılacağı zaman, bir ihtiyacın var mıdır diye soran Cebrâil (a.s)'e İbrâhim (a.s)'ın: Senden bir ihtiyacım, isteğim yok (bana Allah kâfi) derken vukuâ gelmişti. Çünkü o zaman Hz. İbrâhim'in (a.s) nefsi Allah Teâlâ ile gaybet hâlinde idi. Allah ile barâber olduğu için Aziz ve Celîl olan Allah'tan başka bir şey görmemekte idi.

Gerçek tevekkül dost meclisinde şöyle dile gelmiştir. Tevekkül nedir diye soran Ebu Mûsâ (k.s)'ya Bayezid (k.s): Peki, senin kanaatına göre nedir? diye mukâbil bir soru sormuş o da: Bizim arkadaşların fikrine göre tevekkül, yırtıcı hayvanlar ve yılanlar seni sağından, solundan sarsalar bile, Allâh'a (c.c) olan güveninden dolayı sırrının harekete geçmemesi ve endişe duymamandır, demişti. Bunun üzerine Bayezid: Evet bu târif tevekkülün hakîkatine yakındır, fakat gerçek mânâsıyla tevekkül şudur: Bütün cennet ehli cennette zevku safâ etseler, bütün cehennem ehli cehennemde azap ve işkence görseler, sonra sen bu ikisinin arasında fark görsen yâni iki durumdan birini irâdenle tercih etsen, tevekkül sâhiplerinin zümresinden çıkmış olursun. Zîra Allah Teâlâ'nın hakkındaki tercihine îtimâdın yok olmuş olur, dedi.

Evet, tevekkül, kazâ ve kaderin hükmüne kayıtsız şartsız teslim olmak "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah" deyip bütün işlerinde Hakk'ı mutlak vekil kılmaktır.

Hak şerleri hayr eyler

Zannetme ki gayr eyler

Ârif ânı seyr eyler

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler."

Lokman Hakîm'in (a.s) oğluna şöyle nasihat ettiği rivâyet edilir: "Ey oğulcuğum! Dünya derin bir denize benzer. O denizde boğulan insanlar çoktur. Bu denizde senin gemin takvâ, rotan ise Allâh'a (c.c) tevekkül olsun. İşte bu sûretle kurtuluşa erebilirsin."

Guzide.org
Post Reply

Return to “Tasavvuf Yolu Nedir?”