mstf wrote:.....
Anayasa Mahkemesi, CHP ve DSP milletvekillerinin başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılmasına ilişkin anayasa değişikliğinin ''iptali veya yok hükmünde kabul edilmesi ve yürürlüğünün durdurulması'' istemiyle açtığı davada, ''9 Şubat 2008 günlü 5735 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın bazı maddelerinde değişiklik yapılmasına dair Kanun'un 1. ve 2. maddelerini, Anayasa'nın 2, 4. ve 148. maddelerini gözeterek'' iptal etmiş ve yürürlüğünü durdurmuştu.
....Benim siyasal bilgim pek yok burada anlamadığım bir şey var sen bu kararı 6 ay önce veriyon.Bu kararı verirken bir gerekçen yok muydu?.......madem bir karar alıyon gerekçesi için niye 6 ay bekliyon?
mehmetemin wrote:..... gerekçeli karar sonra yazılır.çünkü onu geniş zamanda neden bu şekilde karar verdiğini detaylı ve gelişim safhalarına dayandırarak sonra yazar.
anayasa mahkemeside bu usulle gitmiştir.gerekçeli kararının açıklanıp açıklanmaması veya sonra açıklanması hiçbir kararı değiştirmez.
Anayasa Mahkemesinin Anayasa İhlali
Av. Halit ÖZCAN
“Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. İptal kararları, gerekçesi yazılmadan açıklanamaz. Anayasa Mahkemesi, kanun koyucu gibi hareket edemez." Peki ülkemizde durum gerçekten de böyle mi?
26 Mayıs 2007
Anayasa Mahkemesinin Anayasa ihlâli denilince, hemen herkesin aklına bugünlerde ilk gelen cumhurbaşkanı seçimine ilişkin 367 dayatmasıdır. Ancak ben burada bu konuyu incelemeyeceğim. Çünkü 367 konusu Anayasa Hukuku açısından açık bir yanlıştır. Anayasa Hukuku konusunda ülkemizde doktrin olarak kabul edilen ve ideolojilerinin esiri olmamış, insaf sahibi tüm Anayasa Hukuku hocaları, Cumhurbaşkanı seçimi için TBMM toplantı yeter sayısının 367 değil, 184 olduğunu ifade etmişlerdir. Bırakın Anayasa Hukuku hocalarını, Anayasanın ilgili maddesini okuyan her aklı başında, orta zekâlı, makul bir insan zaten 367 rakamının toplantı değil, karar yeter sayısı olduğunu rahatlıkla anlayabilecektir.
Bu makalede, Anayasa Mahkemesi tarafından bir defaya mahsus yapılan bir ihlal değil, hemen her kararda yapılan ve yüksek mahkeme tarafından adeta teamül haline getirilen bir ihlal değerlendirilecektir. Yazımızın konusu olan Anayasa Mahkemesince yapılan Anayasa ihlalini incelemeye başlamadan önce, Anayasa Mahkemesinin tarihçesini incelemekte fayda mülahaza ediyorum.
Ülkemizde Anayasa Mahkemesi ilk kez 1961 Anayasası’yla kurulmuştur. Türk siyasal sistemini inceleyenler, 1961 Anayasası’nın, özel bir Mahkeme olarak Anayasa Mahkemesi kurması hükmünü, bu Anayasa’nın en radikal özelliği olarak yorumlamışlardır. Anayasa Yargısı, bazı değişikliklerle birlikte 1982 Anayasası’nda da korunmuştur.
1945 yılında çok partili hayata geçilmiş ve 1950 yılında yapılan ilk demokratik seçimler sonucu, bu tarihten önce ülkede tek söz sahibi olan tek parti iktidarının muhalefete geçmesiyle, yasama meclisinin denetlenmesi gerektiği fikri ortaya atılmış ve bu fikir çeşitli platformlarda dile getirilmeye başlanmıştır. Daha sonra bu anlayış muhalefete düşen tek parti tarafından ciddi bir biçimde desteklenmiştir. 27 Mayıs 1960’da oligarşik bir sınıfın dayatmasıyla yapılan darbeden sonra 1961 Anayasası’nı hazırlayanlar, yasaların Anayasa’ya uygunluğunu denetlemek konusunda bir Anayasa Mahkemesi kurmanın gerekliliğine karar vermişlerdir.
1961 Anayasası ile kurulan Anayasa Mahkemesi, varlığını 1980 ihtilali sonrası oluşturulan 1982 Anayasası ile de kuvvetlendirerek devam ettirmiştir.
Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerinde ise sadece şekil bakımından inceleme ve denetlemeyle sınırlı bir yetkiye sahiptir.
Günümüzde Anayasa Mahkemesinin, siyasal kurumların, özellikle de TBMM’nin yetkilerini kötüye kullanması durumunda bir denge oluşturacağı ve bunu engelleyeceği düşünülmektedir(*).
Peki 11 asıl ve 4 yedek üyeden oluşan Anayasa Mahkemesi, karar verme hak ve yetkisini kötüye kullanacak olur ise; bunu kim önleyecek ya da alınan bu kararların denetimi kim tarafından yapılacaktır?
TBMM’nin, Anayasadan ve milletten aldığı yetkiyi kötüye kullanabileceği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi kurulurken, Anayasa Mahkemesinin bu hakkını kötüye kullanması durumunda nasıl bir denetim mekanizması ile karşılaşılacağı konusunda Anayasamızda bir hükme yer verilmemiştir.
Anayasa Mahkemesinin kuruluşu, üyelerin yapısı ve aldığı kararları incelendiğinde kararların birçoğunun hukukiliği tartışılırken, siyasi içerikleri de dikkat çekmektedir.
Konuya ilişkin genel bilgiler verdikten sonra, Anayasa Mahkemesinin, hemen hemen her kararında ortaya çıkan açık anayasa ihlalini inceleyelim.
Anayasamızın “Anayasa Mahkemesinin kararları” başlıklı 153’üncü maddesinde “Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. İptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamaz. Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez. Kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmi Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.” hükümlerine yer verilmiştir.
Anayasa Mahkemesince verilen hemen her kararda anayasamızın bu hükmü hiçe sayılarak basının karşısına geçilmekte ve mahkemenin kararı açıklanmaktadır. Oysa, Anayasanın hükmü açıktır: “İptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamaz”, “iptal kararları Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar”.
Peki, Anayasa Mahkemesi, Anayasamızın bu açık hükmüne aykırı davranarak, iptal kararlarını gerekçesini yazmadan açıklarsa ne yapılacaktır? Uygulayıcılar, Anayasa Mahkemesi tarafından basın toplantısı düzenlenerek hukuka aykırı olduğu ve iptal edildiği açıklanan kanunu uygulayacak mıdır, yoksa gerekçeli karar henüz yayımlanmadığından dolayı bu kararın uygulanması geciktirilecek midir?
Anayasa Mahkemesinin kararlarını anayasaya aykırı bir şekilde açıklaması sonucu, Anayasaya aykırı ancak yine Anayasanın açık hükmü gereği halen uygulanabilecek bir hüküm ortaya çıkmaktadır.
Kanaatimizce burada Anayasa Mahkemesi tarafından yapılması gereken, iptal kararlarının gerekçesi yazılmadan ve Resmi Gazetede yayımlanmadan açıklanmamasıdır. Aksi durum hem anayasaya aykırılık teşkil eder, hem de uygulamada sıkıntılar çıkarır.
Bu konuda, Anayasanın açık hükmüne rağmen, “teamül böyle oluştu” şeklinde bir gerekçenin arkasına sığınılması hukuka uygun olmayacağı gibi doğru da değildir. Anayasa Mahkemesinin Anayasaya aykırı davranışına son vermesi, vermiş olduğu kararların içeriği yönüyle zaten tartışmaya açılmış olan meşruiyet sorununun daha da alevlenmesinin bir nebze de olsa engellenmesi açısından büyük önem arz etmektedir.
Anayasa Mahkemesinin hemen her kararında yaptığı açık anayasa ihlaline rağmen bu konu ciddi bir biçimde tartışılmamaktadır. Hemen her konuyu Kurumların ve kararların meşruiyet platformunda tartışan basın kuruluşları, köşe yazarları ve birçok akademisyen bu konuları görmezden gelmektedir.
Anayasa Mahkemesi, anayasayı ihlal ederek verdiği her kararında inanılırlığını ve güvenilirliğini biraz daha yitirmekte, kan kaybetmekte ve bu Mahkemenin kararlarının da mutlaka denetlenmesi gerektiği fikrini akıllara getirmektedir.
Kararlarına ve hukuki statülerine saygı gösterilmesini isteyenler, öncelikle Anayasanın açık hükümlerine saygı göstermelidirler. Her kararında, “Anayasaya uygun” ya da “uygun değil” diye karar verenlerden kararlarında Anayasaya uygunluk beklenmesinden daha tabii ne olabilir ki?
http://www.stratejikboyut.com/article_detail.php?id=44
(*)Ülkemizde Anayasa Mahkemesi ilk kez 1961 Anayasası’yla kurulmuştur. Türk siyasal sistemini inceleyenler, 1961 Anayasası’nın yasama işlemlerinin yargısal denetimi için özel bir Mahkeme olarak Anayasa Mahkemesi kurmasını, bu Anayasa’nın en radikal özelliği olarak yorumlamışlardır. Anayasa Yargısı, bazı değişikliklerle birlikte 1982 Anayasası’nca da korunmuştur.
1945 yılında çok partili yaşama geçiş ve 1950 yılında yapılan demokratik seçimler ile iktidarın muhalefete geçmesiyle sorunların bitmediği anlaşılmış ve yasama meclisinin denetlenmesi gereksinimi duyulmuştur. Önce aydınlar tarafından ortaya konulan bu anlayış, daha sonra siyasal partiler tarafından da desteklenmiş ve 1961 Anayasası’yla ilk kez Anayasa Mahkemesi kurulmuştur. Amaçlanan ve umulan, Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’da yazılı temel hak ve özgürlükleri korumasıdır.
27 Mayıs 1960’da Türk Silahlı Kuvvetleri iktidarı ele aldıktan sonra 1961 Anayasası’nı hazırlayanlar, Yasaların Anayasa’ya uygunluğunu denetlemek konusunda bir Anayasa Mahkemesi kurmanın gerekliliğine karar vermişlerdir. Gerçi kurulacak Mahkemenin yapısı, oluşumu, işleri, örgütü, yargıçların seçimi ve anayasaya uygunluk denetiminin biçimleri konusunda kimi tartışmalar olmuşsa da, anayasa yargısının gerekliliğinde herkes birleşmiştir.
1961 Anayasası, 1924 Anayasası’nın “Ulusal Egemenlik” ilkesinden değişik bir egemenlik anlayışını kabul etmiştir. Bu anlayış, 1982 Anayasası’nca da benimsenmiştir. 1961 Anayasası’nın 4. maddesine göre “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir”. Maddenin bu ilk fıkrası, 1924 Anayasası’nın 3. maddesinden olduğu gibi alınmıştır. Ancak, 1961 ve 1982 Anayasalarının egemenliğin nasıl kurulacağını gösteren tümceleri, 1924 Anayasası’ndan oldukça değişik bir içeriktedir: “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar tarafından kullanır.” Türk Anayasa tarihi yönünden ele alındığında bu kuralın temel amacının, Parlamentonun üstünlüğüne son vermek olduğu söylenebilir. Parlamentonun üstünlüğü 1924 Anayasası’nın en temel özelliği idi. İlk kez 1961 ve ondan sonra da 1982 Anayasası’nda benimsenen bu yeni ilkenin, yani egemenliğin Anayasa’nın koyduğu esaslara göre yetkili organlar tarafından kullanılmasının öngörülmesiyle birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi, ulus adına egemenliği kullanan tek organ olmaktan çıkmıştır. 1961 ve 1982 Anayasaları, egemenliğin kullanılmasında yargıya önemli yetkiler tanımışlardır. Özellikle, Anayasa Mahkemesi, Parlamentonun çıkardığı yasaların anayasaya uygunluğunu denetlemesi nedeniyle egemenliğin kullanılmasında önemli bir paya sahiptir. Çünkü, Anayasa Mahkemesi,Parlamentonun çıkardığı yasaların Anayasa’ya aykırı olup olmadığına karar verebilmektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin, siyasal kurumların,özellikle Parlamentonun yetkilerini kötüye kullanması durumunda bir denge oluşturacağı ve bunu engelleyeceği düşünülmüştür.http://www.anayasa.gov.tr/general/iceri ... 3&curID=45