AKRAda program yapan sayın Serpil Özcan ile yapılan röpörtaj
Posted: 08 Jun 2009, 15:19
ORJINALI BU SİTEDE ARKADASLAR ..http://myakwa.wordpress.com/
AKRA FM de program yapımcılığı ve sunuculuk yapan sayın Serpil Özcan hanımefendiyle yaptığımız röportajı ilginize sunuyoruz.
Kendinizi tanıtabilir misiniz?
1969 Sakarya doğumluyum. Ama Rize’liyim. İlk ve orta öğrenimimi Trabzon’da tamamladım. Yüksek öğrenim için geldiğim İstanbul’da bir süre İstanbul Üniversitesi Fen Fak. Matematik bölümünde eğitim gördüm. Sonra evlenip yine İstanbul’a yerleştim. 3(4) çocuk annesiyim. Öğrencilik yıllarımdan beri basın yayınla artan bir seyir dahilinde ilgileniyorum. İlk yazılarım 1989-90 yıllarında Kadın ve Aile dergisinde yayınlanmıştı. Daha sonra internet yayıncılığına başladım. Sonra da Akra Fm’de program yapımcılığı ve metin yazarlığı yapmaya başladım. Neredeyse bu tarihlerle başlayan bir de konferans ve seminer mazim var. Halihazırda bu hal üzre devam ediyorum.
Akrada kaç yılı geride bıraktınız? Nasıl başladınız?
Akra’ya 2003 yılında başladım. Demek ki 6 yılı devirmişiz. Radyoculukla bir alakam olmamasına rağmen tamamen bir dost ricası üzerine haftada bir yayınlanan Gizli Bahçe adındaki 15 dakikalık bir seslendirme ile başladım. Kısa bir süre sonra ilk programım Günışığı başladı. Haftanın dört günü yayınlanan 2 saatlik aktüel-kültürel bir programdı. Sonra diğer programlar geldi. Bir kuşak programı, bir söyleşi programı, 2 belgesel serisi, bir kitap programı ve onlarca belgesel. Çok şükür. Bu güne kadar yapmaktan ziyadesiyle keyif aldığınız özel bir program var mı? Aslına bakarsanız hoşlanmadığım bir programım olmadı. Yaptığım bütün programlar bana ayrı bir haz vermiştir. Ancak Günışığı’nın gönlümde ayrı bir yeri vardır. Bu işin yani radyoculuğun, ama özellikle belirtmek istiyorum ki Akra’da radyoculuk yapmanın sürekli bir eğitim olduğunu bu programla öğrendim. Çok çok yoruldum ama çok şey öğrendim, çok şey kazandım diye düşünüyorum.
Gerçekleştiremediğiniz şartların elvermediği projeleriniz oldu mu?
Elbette. Bazen şartlar bazen ihtiyaçlar bunu belirledi. Ama Akra’nın teklif ettiğimiz hemen her programa çok olumlu yaklaştığını ve genelde gerçekleşmesine fırsat tanıdığını söylemem gerekir.
İnanılmaz bir takip kitlesi var arkanızda sizi seven hayır dualar eden karşılıksız muhabbet besleyen özel bir dinleyici gurubu, aklınızda kalan hislendiğiniz bir geri dönüş hikayesi var mı? (feed back) (dinleyicilerden size ulaşan unutamadığınız bir mektup ya da telefon olabilir.)
Haklısınız. Ancak bu muhteşem kitleyi biz programcılar oluşturmuyoruz. Akra’nın kendine mahsus niteliklerinden, yayın ilkelerinden ve çok önemli misyonundan ötürü dinleyicilerimiz son derece yüksek şuurlu, kaliteli ve seçici. En ufak bir hatayı fark edecek derecede dikkatli, bu hatları hoş görecek kadar da yüce gönüllüler. Bu sebeple bizler yani Akra çalışanları söylediğimiz her söze, ağzımızdan çıkacak her kelimeye, kullandığımız müziklere ve kaynaklara kadar elimizden geldiği, bilgimiz yettiğince dikkat ve özen göstermeye çalışıyoruz. Dinleyicilerimizin kalitelerine hitap ve hizmet etmeye çalışan insanlarız. Bunu başarabildiğimiz ölçüde de sevgilerini kazanabiliyoruz. Doğrusunu isterseniz dinleyicilerimizle iletişim kurduğumuz her durumda önemli veriler elde ediyoruz. İçlerinden seçme yapmak çok zor. Devamlı olarak bizimle birlikte olan bir dinleyici kitlemiz var ki her durumda yanımızdalar. Yaptığım işi çok önemsiyorum. Hatta bana sorarsanız bu iş yani radyoculuk, hedefini bulan nadir çalışmalardan. Zira radyo dinleyicisi televizyon seyredicisinden çok farklı bir kitle. Radyo dinlemekteki amacı eğlenmekten ziyade öğrenmek. Tabi bizim radyomuz gibi ciddi programlar yapan radyoları dinleyen kitleyi kastediyorum. Yoksa dinlediği radyodan kendisini eğitmekten çok eğlendirmesini isteyenler de fazlaca. Bu da bir ihtiyaç neticede. Bu sebeple dinleyicinize anlatmak istediğiniz her şeyin yerini bulduğundan emin olabiliyorsunuz. Çünkü hepsi sizi can kulağı ile dinliyor. Buna rağmen zaman zaman dinleyenlerimizle bir araya geldiğimizde söyledikleri, çokça şaşırmama sebep olmuştur. Mesela, genç bir hanım, ruhen çok bunaldığı zamanlarda bizim programlarımızı dinleyerek ferahladığını, hatta zor kararlar arefesinde olduğu bir durumda Hanım Sultanlar programını dinlerken karar verebildiğini ifade etmişti, gözyaşları içinde. Şahsen bilgilendirmeyi duygulandırmaktan fazla önemsiyor olmama rağmen dinleyenlerimiz program içinde buldukları dalgalanımlardan benim murad ettiğimden çok daha fazla hatta farklı şeyler buluyorlar. Bazen sizi dinlerken çok rahatlıyorum diyenler çıkıyor, ben de onlara “ama niyetim sizi kızdırmaktı” diyorum, karşılıklı şaşırıyoruz Benzeri olayların haddi hesabı yok. Çok özel şeyler paylaştık dinleyenlerimizle. Bunca tecrübe şunu öğrenmeme vesile oldu, Hz.Mevlana’nın baha biçilemez bir sözü vardır: “Dinleyen dinlemeyi bilirse konuşan yüz dilli olur”. Hasılı söz söyleyen, güzel söyleyen çokdur bu dünyada ama dinlemenin erdemini kavramış olanlara az rastlanır. Biz talihli insanlarız, karşımızda bizi dinleme lutfunda bulunan insanlar var. Asıl bizler onlara duacıyız.
............
Hanımların başarılarına üst üstte şahid olmak güzel bir duygu olsa gerek..
Tabi. Az önce söylediğim gibi biz bu programa başka manalar da yüklüyoruz. Biliyorsunuz tesettür yasağından dolayı inancının gereğini yaşamak isteyen hanımların önünde aşılması zor büyük bir engel var. Bir kısmı bu engelleri aşmak için çaba sarfederken diğer bir kısmı ki çoğunluk böyle pes etmeyi tercih ediyor. Programımıza davet ettiğimiz hanımlar hayat hikayelerini anlatmasalar da ortaya koydukları ürünlerden bahsetmeleri dinleyen hanımlara ciddi moral oluyorlar. Doğru olan da bu. Sorunlar şu ya da bu şekilde herkesin önüne çıkar, önemli olan halimize dövünmektense şartları zorlayarak, dönüştürerek verimli bir hayat yaşamak. Davet ettiğimiz hanımlar işte asıl bu başarılarından söz etmiş oluyorlar.
Tanıştığınız bu özel insanlarda ortak bir nokta tespit ettiniz mi?
Hepsi çok çalışkan, çok fedakar ve azimli. Aralarında tembellik etme lüksüne sahip olan yok. Çoğunluğu evli, aileleri ve çocukları var. Buna rağmen çalışmaya ve üretmeye devam ediyorlar. Hem aile hayatlarını hem de fikri çalışmalarını dengeli bir biçimde devam ettiriyorlar.
Yüksek hedefleri özellikle ilmi ve akademik gayretleri hayalleri olan gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Öncelikle şunu söylemek isterim, hedefler her zaman yüksek olmalı. İnancımızın gereği budur. Hal’de mütevazı, gaye ve emelde yüksek olunmalı. Ufuk görebildiğimiz mesafededir, ufukların ötesini hayal etmek büyük insanların işidir. Sadece gençlerin değil hepimizin hedefleri, hedefine ulaşmış gayretleri, bunun ardından da yeni ve taze hedefleri olmalı. Hiçbir şey gelişmeye mani olamaz. Engelleri kendi elimizle ve düşüncelerimizle çıkarırız. Gençler, tabi hayata yeni başlayan, henüz hataya düşmemiş, yanılmamış fertler olarak bizden daha talihliler. Bir kere dil öğrenmeye azami özen göstersinler. En aşağı iki dil. Akademik çalışmalarını ülkemizle sınırlamadan, dünya standartlarını bilerek, yakalayarak gerçekleştirsinler. Seçtikleri konular ve alanlar gerçekten gerekli ve önemli olsun. Sadece doktora yapmak için doktora yapmak olmaz. Yüzü batıya dönük çalışmaların haddi hududu yok. Artık biraz da doğuya yönelmeli. Doğu dilleri, kültürü, tarihi, vs. Bugün biz doğu ile alakalı herhangi bir çalışma yaparken ne yazık ki oryantalistlerin çalışmalarına başvurmak zorunda kalıyoruz. Yanlı da olsa en sistematik ve bilimsel çalışmalar bunlar. Kendi kültürümüze yönelik hissettiğimiz savunma içgüdüsü yanlışlar yapmamıza sebep oluyor. Oysa araştırmacılar eğrisi ve doğrusu ile objektif ve bilimsel yöntemleri göz ardı etmeden, çiğ tutumlardan kaçınarak coğrafyamıza yönelmeliler. Kendimizle gurur duymalıyız ama bu saf bir hayranlık boyutundan çıkarılmalı, bilinçli ve ispatlanabilir gerçeklere dönüşmeli. Ancak o durumda bizi bize anlatmaya çalışanlara cevabımız olabilir. İslam’ın ilk düşünürleri haberdar oldukları her bilgiyi elde etme gayreti içinde olmuşlar. Sonra bunu inançlarımıza uygunluğu ölçüsünde kabul etmiş veya inkar etmişler. Bugün bizler bu mirası taşıyamıyoruz. Ya kör bir hayranlık yahut ondan daha kör bir önyargıyla davranıyoruz. Önyargılardan kurtulmalı saf ve sağlam birer ilim adamı olmanın yollarını aramalılar. Sıradanlıktan uzak, geniş görüşlü, yetenekli, çalışkan, azimli ve yılmaz birer araştırmacı olmalılar. Zor biliyorum ama, hayatlarından boş eğlenceleri ve meşguliyetleri çıkarsınlar. Çalışmak ve öğrenmeyi zevk edinsinler. Unutmasınlar ki insan bizi oyalayan boş ve gereksiz, faydasız ve önemsiz işlerden çok daha yüce işler için yaratmıştır.
Bu çalışma bağlamında insanlara kendi kadrini bil(dir)meye yönelik önerileriniz nelerdir?
Zor bir soru. Yaratıcımız bizi sayılamayacak kadar çok meziyetlerle mücehhez kılmıştır. Bize verilmiş olanları tesbit etmeden ve daha önemlisi bu meziyetleri yaradılış amacımıza uygun biçimde kullanmadan dünyadan ayrılırsak görevimizi eksik bırakmış mesuliyetimizi yerine getirmemiş sayılırız. Bu sebeple her insana verilmiş olanlarla bizi özel kılmaya mahsuben verilmiş olanları tesbit etmeli, veriliş amacını doğru teşhis etmeli, sonra da var gücümüzle bu uğurda çalışmaya başlamayız. Her zaman bunları erken teşhis edecek kadar uyanık olamıyoruz. Bazen ömürleri gaflet veya arayış içinde sona erdiriyoruz. Bu sebeple gözlerimiz dışarıda olan bitenden çok içerde olan bitene yönelmeli. Yani kendi içimize, kendi gayretlerimize, kendi hedeflerimize, çabalarımıza…. Böyle olduğu takdirde kadrimizi bilebileceğimiz gibi bence çok daha önemli bir şeyi yani haddimizi (sınırlarımızı) öğrenmiş olacağız. Gayretsiz ve kendisine verilenlerden habersiz insan kadar haddini bilmeyen, sınır tanımayan ve olan gücün kendisine mahsus kılındığını sananlar da hasarlı insan sayılır. Oysa eşref-i mahlukat sayılan insanın kendisini bu tür tehlikelerden koruması gerekir. Kendimizi keşfedelim doğru, ancak keşiflerimizin birer ihsan olduğunu da asla unutmayalım.
...........
Sizi etkileyen bir hikaye var mı, başarı hikayesi…?
Bu da çok çeşitli. Ama yakın zamanda tanıştığım ve gerçekten kendilerine çok değer verdiğim iki kişiden söz etmek isterim. Prof.Dr. Çiçek Derman ve Münevver Okur Meriç. İkisi de hayatımda tanıdığım en azimli ve fedakar insanlardan. Çiçek hanım, evliliği sebebiyle daha doğrusu evliliğinin hatırına eğitimine ara vermiş, daha sonra 38 yaşından sonra yeni bir sınavla yeni bir okula başlamış ve bizim tası tarağı toplayıp duvara astığımız bir yaşta okuduğu bölümün bölüm başkanı olmuş, dünyaca tanınmış bir sanatkar 3 çocuk annesi, dünya tatlısı bir insan. Münevver Okur Meriç, yani Münevver Anne çook ilerlemiş yaşına rağmen, sanırım 80’lerde olmalı (gerçek yaşını bilmiyorum, zira hiç söylemez) asla çalışmaktan ve üretmekten geri kalmamış, son derece değerli bir büyüğümüz. Ömrünü tarih araştırmalarına daha doğrusu Sultan Cem’e vermiş emekli bir öğretmen ve öğretim görevlisi. Arada sırada gevşekliğe düştüğümde Münevver annenin gözleri karşıma dikilir. Onun çalışmaktan yorulmuş ve kızarmış bakışlarını üstümde hissederim. Henüz çalışmalarına ara vermiş değil, hala eğlenceden ve lüksten arındırılmış hayatını ilim için harcamaya devam ediyor.
Sorularımızı cevaplandırdığınız için teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim. Sizlere de çalışmalarınızda başarılar dilerim. Gerçek başarının ne olduğunu keşfedenlerden olmayı temenni ederim.
Röportaj: Betül ŞATIR
AKRA FM de program yapımcılığı ve sunuculuk yapan sayın Serpil Özcan hanımefendiyle yaptığımız röportajı ilginize sunuyoruz.
Kendinizi tanıtabilir misiniz?
1969 Sakarya doğumluyum. Ama Rize’liyim. İlk ve orta öğrenimimi Trabzon’da tamamladım. Yüksek öğrenim için geldiğim İstanbul’da bir süre İstanbul Üniversitesi Fen Fak. Matematik bölümünde eğitim gördüm. Sonra evlenip yine İstanbul’a yerleştim. 3(4) çocuk annesiyim. Öğrencilik yıllarımdan beri basın yayınla artan bir seyir dahilinde ilgileniyorum. İlk yazılarım 1989-90 yıllarında Kadın ve Aile dergisinde yayınlanmıştı. Daha sonra internet yayıncılığına başladım. Sonra da Akra Fm’de program yapımcılığı ve metin yazarlığı yapmaya başladım. Neredeyse bu tarihlerle başlayan bir de konferans ve seminer mazim var. Halihazırda bu hal üzre devam ediyorum.
Akrada kaç yılı geride bıraktınız? Nasıl başladınız?
Akra’ya 2003 yılında başladım. Demek ki 6 yılı devirmişiz. Radyoculukla bir alakam olmamasına rağmen tamamen bir dost ricası üzerine haftada bir yayınlanan Gizli Bahçe adındaki 15 dakikalık bir seslendirme ile başladım. Kısa bir süre sonra ilk programım Günışığı başladı. Haftanın dört günü yayınlanan 2 saatlik aktüel-kültürel bir programdı. Sonra diğer programlar geldi. Bir kuşak programı, bir söyleşi programı, 2 belgesel serisi, bir kitap programı ve onlarca belgesel. Çok şükür. Bu güne kadar yapmaktan ziyadesiyle keyif aldığınız özel bir program var mı? Aslına bakarsanız hoşlanmadığım bir programım olmadı. Yaptığım bütün programlar bana ayrı bir haz vermiştir. Ancak Günışığı’nın gönlümde ayrı bir yeri vardır. Bu işin yani radyoculuğun, ama özellikle belirtmek istiyorum ki Akra’da radyoculuk yapmanın sürekli bir eğitim olduğunu bu programla öğrendim. Çok çok yoruldum ama çok şey öğrendim, çok şey kazandım diye düşünüyorum.
Gerçekleştiremediğiniz şartların elvermediği projeleriniz oldu mu?
Elbette. Bazen şartlar bazen ihtiyaçlar bunu belirledi. Ama Akra’nın teklif ettiğimiz hemen her programa çok olumlu yaklaştığını ve genelde gerçekleşmesine fırsat tanıdığını söylemem gerekir.
İnanılmaz bir takip kitlesi var arkanızda sizi seven hayır dualar eden karşılıksız muhabbet besleyen özel bir dinleyici gurubu, aklınızda kalan hislendiğiniz bir geri dönüş hikayesi var mı? (feed back) (dinleyicilerden size ulaşan unutamadığınız bir mektup ya da telefon olabilir.)
Haklısınız. Ancak bu muhteşem kitleyi biz programcılar oluşturmuyoruz. Akra’nın kendine mahsus niteliklerinden, yayın ilkelerinden ve çok önemli misyonundan ötürü dinleyicilerimiz son derece yüksek şuurlu, kaliteli ve seçici. En ufak bir hatayı fark edecek derecede dikkatli, bu hatları hoş görecek kadar da yüce gönüllüler. Bu sebeple bizler yani Akra çalışanları söylediğimiz her söze, ağzımızdan çıkacak her kelimeye, kullandığımız müziklere ve kaynaklara kadar elimizden geldiği, bilgimiz yettiğince dikkat ve özen göstermeye çalışıyoruz. Dinleyicilerimizin kalitelerine hitap ve hizmet etmeye çalışan insanlarız. Bunu başarabildiğimiz ölçüde de sevgilerini kazanabiliyoruz. Doğrusunu isterseniz dinleyicilerimizle iletişim kurduğumuz her durumda önemli veriler elde ediyoruz. İçlerinden seçme yapmak çok zor. Devamlı olarak bizimle birlikte olan bir dinleyici kitlemiz var ki her durumda yanımızdalar. Yaptığım işi çok önemsiyorum. Hatta bana sorarsanız bu iş yani radyoculuk, hedefini bulan nadir çalışmalardan. Zira radyo dinleyicisi televizyon seyredicisinden çok farklı bir kitle. Radyo dinlemekteki amacı eğlenmekten ziyade öğrenmek. Tabi bizim radyomuz gibi ciddi programlar yapan radyoları dinleyen kitleyi kastediyorum. Yoksa dinlediği radyodan kendisini eğitmekten çok eğlendirmesini isteyenler de fazlaca. Bu da bir ihtiyaç neticede. Bu sebeple dinleyicinize anlatmak istediğiniz her şeyin yerini bulduğundan emin olabiliyorsunuz. Çünkü hepsi sizi can kulağı ile dinliyor. Buna rağmen zaman zaman dinleyenlerimizle bir araya geldiğimizde söyledikleri, çokça şaşırmama sebep olmuştur. Mesela, genç bir hanım, ruhen çok bunaldığı zamanlarda bizim programlarımızı dinleyerek ferahladığını, hatta zor kararlar arefesinde olduğu bir durumda Hanım Sultanlar programını dinlerken karar verebildiğini ifade etmişti, gözyaşları içinde. Şahsen bilgilendirmeyi duygulandırmaktan fazla önemsiyor olmama rağmen dinleyenlerimiz program içinde buldukları dalgalanımlardan benim murad ettiğimden çok daha fazla hatta farklı şeyler buluyorlar. Bazen sizi dinlerken çok rahatlıyorum diyenler çıkıyor, ben de onlara “ama niyetim sizi kızdırmaktı” diyorum, karşılıklı şaşırıyoruz Benzeri olayların haddi hesabı yok. Çok özel şeyler paylaştık dinleyenlerimizle. Bunca tecrübe şunu öğrenmeme vesile oldu, Hz.Mevlana’nın baha biçilemez bir sözü vardır: “Dinleyen dinlemeyi bilirse konuşan yüz dilli olur”. Hasılı söz söyleyen, güzel söyleyen çokdur bu dünyada ama dinlemenin erdemini kavramış olanlara az rastlanır. Biz talihli insanlarız, karşımızda bizi dinleme lutfunda bulunan insanlar var. Asıl bizler onlara duacıyız.
............
Hanımların başarılarına üst üstte şahid olmak güzel bir duygu olsa gerek..
Tabi. Az önce söylediğim gibi biz bu programa başka manalar da yüklüyoruz. Biliyorsunuz tesettür yasağından dolayı inancının gereğini yaşamak isteyen hanımların önünde aşılması zor büyük bir engel var. Bir kısmı bu engelleri aşmak için çaba sarfederken diğer bir kısmı ki çoğunluk böyle pes etmeyi tercih ediyor. Programımıza davet ettiğimiz hanımlar hayat hikayelerini anlatmasalar da ortaya koydukları ürünlerden bahsetmeleri dinleyen hanımlara ciddi moral oluyorlar. Doğru olan da bu. Sorunlar şu ya da bu şekilde herkesin önüne çıkar, önemli olan halimize dövünmektense şartları zorlayarak, dönüştürerek verimli bir hayat yaşamak. Davet ettiğimiz hanımlar işte asıl bu başarılarından söz etmiş oluyorlar.
Tanıştığınız bu özel insanlarda ortak bir nokta tespit ettiniz mi?
Hepsi çok çalışkan, çok fedakar ve azimli. Aralarında tembellik etme lüksüne sahip olan yok. Çoğunluğu evli, aileleri ve çocukları var. Buna rağmen çalışmaya ve üretmeye devam ediyorlar. Hem aile hayatlarını hem de fikri çalışmalarını dengeli bir biçimde devam ettiriyorlar.
Yüksek hedefleri özellikle ilmi ve akademik gayretleri hayalleri olan gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Öncelikle şunu söylemek isterim, hedefler her zaman yüksek olmalı. İnancımızın gereği budur. Hal’de mütevazı, gaye ve emelde yüksek olunmalı. Ufuk görebildiğimiz mesafededir, ufukların ötesini hayal etmek büyük insanların işidir. Sadece gençlerin değil hepimizin hedefleri, hedefine ulaşmış gayretleri, bunun ardından da yeni ve taze hedefleri olmalı. Hiçbir şey gelişmeye mani olamaz. Engelleri kendi elimizle ve düşüncelerimizle çıkarırız. Gençler, tabi hayata yeni başlayan, henüz hataya düşmemiş, yanılmamış fertler olarak bizden daha talihliler. Bir kere dil öğrenmeye azami özen göstersinler. En aşağı iki dil. Akademik çalışmalarını ülkemizle sınırlamadan, dünya standartlarını bilerek, yakalayarak gerçekleştirsinler. Seçtikleri konular ve alanlar gerçekten gerekli ve önemli olsun. Sadece doktora yapmak için doktora yapmak olmaz. Yüzü batıya dönük çalışmaların haddi hududu yok. Artık biraz da doğuya yönelmeli. Doğu dilleri, kültürü, tarihi, vs. Bugün biz doğu ile alakalı herhangi bir çalışma yaparken ne yazık ki oryantalistlerin çalışmalarına başvurmak zorunda kalıyoruz. Yanlı da olsa en sistematik ve bilimsel çalışmalar bunlar. Kendi kültürümüze yönelik hissettiğimiz savunma içgüdüsü yanlışlar yapmamıza sebep oluyor. Oysa araştırmacılar eğrisi ve doğrusu ile objektif ve bilimsel yöntemleri göz ardı etmeden, çiğ tutumlardan kaçınarak coğrafyamıza yönelmeliler. Kendimizle gurur duymalıyız ama bu saf bir hayranlık boyutundan çıkarılmalı, bilinçli ve ispatlanabilir gerçeklere dönüşmeli. Ancak o durumda bizi bize anlatmaya çalışanlara cevabımız olabilir. İslam’ın ilk düşünürleri haberdar oldukları her bilgiyi elde etme gayreti içinde olmuşlar. Sonra bunu inançlarımıza uygunluğu ölçüsünde kabul etmiş veya inkar etmişler. Bugün bizler bu mirası taşıyamıyoruz. Ya kör bir hayranlık yahut ondan daha kör bir önyargıyla davranıyoruz. Önyargılardan kurtulmalı saf ve sağlam birer ilim adamı olmanın yollarını aramalılar. Sıradanlıktan uzak, geniş görüşlü, yetenekli, çalışkan, azimli ve yılmaz birer araştırmacı olmalılar. Zor biliyorum ama, hayatlarından boş eğlenceleri ve meşguliyetleri çıkarsınlar. Çalışmak ve öğrenmeyi zevk edinsinler. Unutmasınlar ki insan bizi oyalayan boş ve gereksiz, faydasız ve önemsiz işlerden çok daha yüce işler için yaratmıştır.
Bu çalışma bağlamında insanlara kendi kadrini bil(dir)meye yönelik önerileriniz nelerdir?
Zor bir soru. Yaratıcımız bizi sayılamayacak kadar çok meziyetlerle mücehhez kılmıştır. Bize verilmiş olanları tesbit etmeden ve daha önemlisi bu meziyetleri yaradılış amacımıza uygun biçimde kullanmadan dünyadan ayrılırsak görevimizi eksik bırakmış mesuliyetimizi yerine getirmemiş sayılırız. Bu sebeple her insana verilmiş olanlarla bizi özel kılmaya mahsuben verilmiş olanları tesbit etmeli, veriliş amacını doğru teşhis etmeli, sonra da var gücümüzle bu uğurda çalışmaya başlamayız. Her zaman bunları erken teşhis edecek kadar uyanık olamıyoruz. Bazen ömürleri gaflet veya arayış içinde sona erdiriyoruz. Bu sebeple gözlerimiz dışarıda olan bitenden çok içerde olan bitene yönelmeli. Yani kendi içimize, kendi gayretlerimize, kendi hedeflerimize, çabalarımıza…. Böyle olduğu takdirde kadrimizi bilebileceğimiz gibi bence çok daha önemli bir şeyi yani haddimizi (sınırlarımızı) öğrenmiş olacağız. Gayretsiz ve kendisine verilenlerden habersiz insan kadar haddini bilmeyen, sınır tanımayan ve olan gücün kendisine mahsus kılındığını sananlar da hasarlı insan sayılır. Oysa eşref-i mahlukat sayılan insanın kendisini bu tür tehlikelerden koruması gerekir. Kendimizi keşfedelim doğru, ancak keşiflerimizin birer ihsan olduğunu da asla unutmayalım.
...........
Sizi etkileyen bir hikaye var mı, başarı hikayesi…?
Bu da çok çeşitli. Ama yakın zamanda tanıştığım ve gerçekten kendilerine çok değer verdiğim iki kişiden söz etmek isterim. Prof.Dr. Çiçek Derman ve Münevver Okur Meriç. İkisi de hayatımda tanıdığım en azimli ve fedakar insanlardan. Çiçek hanım, evliliği sebebiyle daha doğrusu evliliğinin hatırına eğitimine ara vermiş, daha sonra 38 yaşından sonra yeni bir sınavla yeni bir okula başlamış ve bizim tası tarağı toplayıp duvara astığımız bir yaşta okuduğu bölümün bölüm başkanı olmuş, dünyaca tanınmış bir sanatkar 3 çocuk annesi, dünya tatlısı bir insan. Münevver Okur Meriç, yani Münevver Anne çook ilerlemiş yaşına rağmen, sanırım 80’lerde olmalı (gerçek yaşını bilmiyorum, zira hiç söylemez) asla çalışmaktan ve üretmekten geri kalmamış, son derece değerli bir büyüğümüz. Ömrünü tarih araştırmalarına daha doğrusu Sultan Cem’e vermiş emekli bir öğretmen ve öğretim görevlisi. Arada sırada gevşekliğe düştüğümde Münevver annenin gözleri karşıma dikilir. Onun çalışmaktan yorulmuş ve kızarmış bakışlarını üstümde hissederim. Henüz çalışmalarına ara vermiş değil, hala eğlenceden ve lüksten arındırılmış hayatını ilim için harcamaya devam ediyor.
Sorularımızı cevaplandırdığınız için teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim. Sizlere de çalışmalarınızda başarılar dilerim. Gerçek başarının ne olduğunu keşfedenlerden olmayı temenni ederim.
Röportaj: Betül ŞATIR