Ebul Hasan Harakânî (ks)
Posted: 06 Mar 2010, 00:55
Ebul Hasan Harakânî (ks)
Recep KOÇAK
Yirmi beş yıl kadar önce bir ikindi öncesi idi. Merhum Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi bir davete icabetle Ankara’nın Küçükesat semtinde bir camiye gitti. Birkaç talebesi de onu takip etti.
Bir düğün merasimi vardı.
İkindi namazının ardından Hocaefendi veciz bir konuşma yaptı.
Camide evlenecek gençlerin yakınları ve bir grup davetli vardı. Tüm cemaat anlatılan kıssadan derin hisseler çıkardılar.
Kıssa şöyle idi:
Kars civarında yaşayan mübarek bir zatı öğrencileri ziyarete gitmişler.
Kapıyı çaldıklarında içeriden bir hanım cevap vermiş onlara.
Öğrenciler, “Hocamızı ziyarete geldik, müsait midir?” diye sormuşlar.
Hanım sevimsiz bir ses tonuyla, “Ormana odun getirmeye gitti. Ne buluyorsunuz ondan, bilmiyorum ki?” diye karşılık vermiş.
Öğrenciler evden uzaklaşırken, Hocaefendinin uzaktan eve doğru gelmekte olduğunu görmüşler.
Koşup elini öpmüşler. Birlikte eve girip sohbet dinlemişler, dua almışlar.
Aylar sonra aynı öğrenciler hocalarını tekrar ziyarete geldiklerinde onu yine evde bulamamışlar.
Fakat bu kez kapının arkasından onlara seslenen ses pek müşfik pek naif imiş.
Hanımefendi, “Çocuklar hocanız ormana odun getirmeye gitti, biraz sonra gelir. Ben kapıyı açıyorum. Girip sağdaki odaya oturun. Ben yiyecek bir şeyler uzatırım” demiş.
Öğrenciler içeri girip oturmuşlar. Çok sürmemiş hocaefendi de gelmiş.
Elini öpmüşler. Sohbete kulak vermişler, dua almışlar. Ama bir şey kafalarını meşgul ediyormuş.
İçlerinden birisi cesaretini toplayıp, “Efendim önceki gelişimizde sanki başka birisi karşıladı bizi. Sesi de muamelesi de farklı idi. Bir değişiklik olmuş anlaşılan?” demiş.
“Evet” demiş hocaefendi. “Bahsettiğiniz hanımım rahmetli oldu. Üslubu sertti onun. Sertliklerine sabrederek yumağımı sarıyordum. Yeni eşim pek akıllı maşallah, hep kendi yumağını sarıyor!”
Merhum M. Es’ad Coşan Hocaefendi bu kıssanın ardından, gelinin de damadın da gözünü dört açıp yumaklarını sarmalarını, hayırları, iyilikleri, sevapları çoğaltmak için akıllı hareket etmelerini mütebessim bir çehre ile anlatmıştı.
O günden sonra ne zaman bir düğün konuşması yapmam gerekse, hep bu hikâyeyi katarım anlatacaklarım arasına.
Bu hikâyenin farklı versiyonları da biliniyor. Onlar da çok hoş.
Mesela onlardan birisi şöyle:
Öğrenciler ilk ziyarete gittiklerinde tatsız ve soğuk bir muamele ile karşılaşınca moralleri bozulmuş olarak evden uzaklaşmaya başlamışlar.
Bir de bakmışlar ki, hocaefendi geliyor. Ormanlar kralı aslana odun yüklemiş, bir eline yılan almış, sopa olarak kullanıyormuş.
Koşup karşılamışlar hocalarını.
Öğrencilerin hayret ve şaşkınlık içerisinde olup biteni anlamaya çalıştığını gören mübarek hocaefendi, “Evlatlarım, evdeki dişi aslana sabrediyorum, Allah dışarıdaki aslanı bana hizmet ettiriyor” demiş.
Üçüncü rivayet ise şöyle:
Binlerce kilometre uzaktan, Orta Asya tarafından ilim aşığı mübarek bir zat yollara düşüp Kars’a gelmiş.
Methini işittiği ve ilminden irfanından faydalanmak istediği mübarek Ebul Hasan Harakânî Hazretlerini ziyaret etmek istiyormuş.
Kapıyı çalmış. Kapıyı açan Harakânî’nin eşi nazik olmayan bir üslupla davranmış misafire. “Ormana gitti. İnsanlar ne buluyor o bunakta, anlamıyorum” demiş.
Misafir zât çok üzülmüş bu hale, “Hanımefendi” demiş, “Sizin şu haliniz, tavrınız hayreti mucip bir durum. Siz çok büyük bir hazinenin yanı başındasınız ama farkında değilsiniz, kıymetini bilmiyorsunuz. Bakın ben bunca yolu ondan istifade etmek için kat ettim. Bunca zahmete onu birkaç saatliğine görmek, dinlemek için katlandım” demiş.
Hocaefendi’nin hanımı bu hatırlatmalardan etkilenmiş, pişmanlık duymuş, toparlanmış.
Az sonra da misafir zat Hocaefendi’nin ormandan gelmekte olduğunu görmüş. Koşup yanına gitmiş. Kendini tanıtmış.
Hocaefendinin aslanlara odun yükleyip taşıdığına dair bilgi misafir zata kadar ulaşmışmış.
Fakat o da ne?
Ortada aslan olmadığı gibi, yük de Hocaefendi’nin sırtındaymış.
Misafir bu garip durumun anlamını sormadan Hocaefendi duruma açıklık getirmiş: “Siz evdekini ikna ettiniz, dağdaki yükü atıp kaçtı. Odunu taşımak da bize düştü!”
…
Üç yıl kadar önce gönüllü toplantısı için Kars’a gitmiştim. Evliya Camii’ne gittik. Camiye adını veren Evliya’nın türbesi de caminin bitişiğinde idi.
Evliya, Ebul Hasan Harakânî Hazretlerinden başkası değildi.
Mihmandarımız, Ebul Hasan Harakani Hazretleri Derneği Başkanı Evliya Camii İmamı Yavuz Uzgur Hoca, üzerinde çalıştıkları külliye projesi ve Ebul Hasan Harakânî Hazretleri hakkında çok kıymetli bilgiler verdi.
Ebul Hasan Harakani Hazretleri hayatta iken pek çok kerameti görülmüş, âlim, fazıl, mutasavvıf ve yiğit bir insanmış. Şehit olarak ayrılmış aramızdan. Kaynaklara, O’nun hayatta iken himmet ve tesirinin ne kadar güçlü olduğuna dair pek çok şahitler bulunduğu gibi, vefatından sonra da tesirlerinin, himmetinin devam ettiğine dair kayıtlar düşülmüş.
Türbeden çıktığımızda yağmur çiseliyordu.
Yerden nur fışkırıyor, gökten rahmet yağıyor. İçim içime sığmıyordu. Ayaklarım yerden kesilmişken Yavuz Hoca’ya 1991yılı sonbaharında Semerkant ve Buhara taraflarına merhum M. Es’ad Coşan Hocaefendi’nin de içinde bulunduğu bir grupla ziyarete gittiğimizden bahsettim.
Yavuz Uzgur Hoca Kars seyahatimize tatlı bir noktalı virgül koydu;
“Merhum Mehmed Zahid Kotku R. Aleyh Hocaefendi, ‘her insan ömründe bir defa bile olsa Ebul Hasan Harakânî Hazretleri’nin kabrini ziyaret etmeli, o da ona yeter’, dermiş!”
http://www.analitikbakis.com/NewsDetail.aspx?id=3073
Recep KOÇAK
Yirmi beş yıl kadar önce bir ikindi öncesi idi. Merhum Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi bir davete icabetle Ankara’nın Küçükesat semtinde bir camiye gitti. Birkaç talebesi de onu takip etti.
Bir düğün merasimi vardı.
İkindi namazının ardından Hocaefendi veciz bir konuşma yaptı.
Camide evlenecek gençlerin yakınları ve bir grup davetli vardı. Tüm cemaat anlatılan kıssadan derin hisseler çıkardılar.
Kıssa şöyle idi:
Kars civarında yaşayan mübarek bir zatı öğrencileri ziyarete gitmişler.
Kapıyı çaldıklarında içeriden bir hanım cevap vermiş onlara.
Öğrenciler, “Hocamızı ziyarete geldik, müsait midir?” diye sormuşlar.
Hanım sevimsiz bir ses tonuyla, “Ormana odun getirmeye gitti. Ne buluyorsunuz ondan, bilmiyorum ki?” diye karşılık vermiş.
Öğrenciler evden uzaklaşırken, Hocaefendinin uzaktan eve doğru gelmekte olduğunu görmüşler.
Koşup elini öpmüşler. Birlikte eve girip sohbet dinlemişler, dua almışlar.
Aylar sonra aynı öğrenciler hocalarını tekrar ziyarete geldiklerinde onu yine evde bulamamışlar.
Fakat bu kez kapının arkasından onlara seslenen ses pek müşfik pek naif imiş.
Hanımefendi, “Çocuklar hocanız ormana odun getirmeye gitti, biraz sonra gelir. Ben kapıyı açıyorum. Girip sağdaki odaya oturun. Ben yiyecek bir şeyler uzatırım” demiş.
Öğrenciler içeri girip oturmuşlar. Çok sürmemiş hocaefendi de gelmiş.
Elini öpmüşler. Sohbete kulak vermişler, dua almışlar. Ama bir şey kafalarını meşgul ediyormuş.
İçlerinden birisi cesaretini toplayıp, “Efendim önceki gelişimizde sanki başka birisi karşıladı bizi. Sesi de muamelesi de farklı idi. Bir değişiklik olmuş anlaşılan?” demiş.
“Evet” demiş hocaefendi. “Bahsettiğiniz hanımım rahmetli oldu. Üslubu sertti onun. Sertliklerine sabrederek yumağımı sarıyordum. Yeni eşim pek akıllı maşallah, hep kendi yumağını sarıyor!”
Merhum M. Es’ad Coşan Hocaefendi bu kıssanın ardından, gelinin de damadın da gözünü dört açıp yumaklarını sarmalarını, hayırları, iyilikleri, sevapları çoğaltmak için akıllı hareket etmelerini mütebessim bir çehre ile anlatmıştı.
O günden sonra ne zaman bir düğün konuşması yapmam gerekse, hep bu hikâyeyi katarım anlatacaklarım arasına.
Bu hikâyenin farklı versiyonları da biliniyor. Onlar da çok hoş.
Mesela onlardan birisi şöyle:
Öğrenciler ilk ziyarete gittiklerinde tatsız ve soğuk bir muamele ile karşılaşınca moralleri bozulmuş olarak evden uzaklaşmaya başlamışlar.
Bir de bakmışlar ki, hocaefendi geliyor. Ormanlar kralı aslana odun yüklemiş, bir eline yılan almış, sopa olarak kullanıyormuş.
Koşup karşılamışlar hocalarını.
Öğrencilerin hayret ve şaşkınlık içerisinde olup biteni anlamaya çalıştığını gören mübarek hocaefendi, “Evlatlarım, evdeki dişi aslana sabrediyorum, Allah dışarıdaki aslanı bana hizmet ettiriyor” demiş.
Üçüncü rivayet ise şöyle:
Binlerce kilometre uzaktan, Orta Asya tarafından ilim aşığı mübarek bir zat yollara düşüp Kars’a gelmiş.
Methini işittiği ve ilminden irfanından faydalanmak istediği mübarek Ebul Hasan Harakânî Hazretlerini ziyaret etmek istiyormuş.
Kapıyı çalmış. Kapıyı açan Harakânî’nin eşi nazik olmayan bir üslupla davranmış misafire. “Ormana gitti. İnsanlar ne buluyor o bunakta, anlamıyorum” demiş.
Misafir zât çok üzülmüş bu hale, “Hanımefendi” demiş, “Sizin şu haliniz, tavrınız hayreti mucip bir durum. Siz çok büyük bir hazinenin yanı başındasınız ama farkında değilsiniz, kıymetini bilmiyorsunuz. Bakın ben bunca yolu ondan istifade etmek için kat ettim. Bunca zahmete onu birkaç saatliğine görmek, dinlemek için katlandım” demiş.
Hocaefendi’nin hanımı bu hatırlatmalardan etkilenmiş, pişmanlık duymuş, toparlanmış.
Az sonra da misafir zat Hocaefendi’nin ormandan gelmekte olduğunu görmüş. Koşup yanına gitmiş. Kendini tanıtmış.
Hocaefendinin aslanlara odun yükleyip taşıdığına dair bilgi misafir zata kadar ulaşmışmış.
Fakat o da ne?
Ortada aslan olmadığı gibi, yük de Hocaefendi’nin sırtındaymış.
Misafir bu garip durumun anlamını sormadan Hocaefendi duruma açıklık getirmiş: “Siz evdekini ikna ettiniz, dağdaki yükü atıp kaçtı. Odunu taşımak da bize düştü!”
…
Üç yıl kadar önce gönüllü toplantısı için Kars’a gitmiştim. Evliya Camii’ne gittik. Camiye adını veren Evliya’nın türbesi de caminin bitişiğinde idi.
Evliya, Ebul Hasan Harakânî Hazretlerinden başkası değildi.
Mihmandarımız, Ebul Hasan Harakani Hazretleri Derneği Başkanı Evliya Camii İmamı Yavuz Uzgur Hoca, üzerinde çalıştıkları külliye projesi ve Ebul Hasan Harakânî Hazretleri hakkında çok kıymetli bilgiler verdi.
Ebul Hasan Harakani Hazretleri hayatta iken pek çok kerameti görülmüş, âlim, fazıl, mutasavvıf ve yiğit bir insanmış. Şehit olarak ayrılmış aramızdan. Kaynaklara, O’nun hayatta iken himmet ve tesirinin ne kadar güçlü olduğuna dair pek çok şahitler bulunduğu gibi, vefatından sonra da tesirlerinin, himmetinin devam ettiğine dair kayıtlar düşülmüş.
Türbeden çıktığımızda yağmur çiseliyordu.
Yerden nur fışkırıyor, gökten rahmet yağıyor. İçim içime sığmıyordu. Ayaklarım yerden kesilmişken Yavuz Hoca’ya 1991yılı sonbaharında Semerkant ve Buhara taraflarına merhum M. Es’ad Coşan Hocaefendi’nin de içinde bulunduğu bir grupla ziyarete gittiğimizden bahsettim.
Yavuz Uzgur Hoca Kars seyahatimize tatlı bir noktalı virgül koydu;
“Merhum Mehmed Zahid Kotku R. Aleyh Hocaefendi, ‘her insan ömründe bir defa bile olsa Ebul Hasan Harakânî Hazretleri’nin kabrini ziyaret etmeli, o da ona yeter’, dermiş!”
http://www.analitikbakis.com/NewsDetail.aspx?id=3073