mehmetemin wrote:asım bey sağolun başlığı açtık ama ne yazıkk ki eski boş vakitlerimiz olmayınca pek araştırma yapacak vakit bulamıyoruz.
"mehmetemin" ağabey, dolu vakitlerinizden bir kısmını da bu işe ayırmanızı dilerim. Böyle yaparak hem bizler hem de bir hukuk (talebesi/adamı) olarak sizlerin faydasına bir iş yapmış olursunuz. Yüce Allah (c.c.) dünyada ve ahirette saadet ve selamet üzere olanlardan eylesin. (Cümlemizi de, âmin)
“Meşakkat teysiri celbeder”
“Meşakkat (zorluk), teysiri (kolaylığı) celb (davet) eder.”
Kur’ân-ı Kerîm’de mealen : “Allah sizin hakkınızda kolaylık ister, zorluk istemez.” 2/185 ve “Biz hiç bir kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemeyiz.” 6/152 buyurulmaktadır.
Efendimiz (s.a.v.)’de haber verildiğine göre mealen : “Dinde hayırlı olan kolaylık göstermektir”, “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; yaklaştırınız, nefret ettirmeyiniz” buyurmuşlardır.
Fakihlerin (İslam hukukçularının) şer’i hükümlerde ruhsat ve hafifliklere buna istinaden cevaz vermişlerdir. Zor durumda kalana kolaylık göstermek, İslam dininin (ve hukukunun) genel bir hususiyetidir.
Borçluya durumunu düzeltinceye kadar süre vermek, ihtiyaç sahibine yardım etmek, çocuğa ve yaşlıya destek olmak, sadaka, zekat, sıla-i rahim gibi bir çok konuda bu maddenin uygulanma imkanı bulunabilir. Tabi bir afet sonrası devletin bazı vatandaşlarının borçlarını ertelemesi veya uzun vadeye yayması, karz (1), havâle (2), hacr (3) gibi hukuki hükümleri sayabiliriz. Ayakta namaz kılmaktan aciz olan bir kimsenin kolayına geldiği şekliyle namaz kılması, açlıktan ölmemek için hukuken yasaklanmış bir şeyi almanın ve yemenin câiz olması, sadece kadınların bulunduğu mahallerde işlenen bir cinayet için kadınların şâhidliğinin kabul edilmesi örnek verilebilir. Ancak, açık bir nas ile yasaklanmış bir işi yapmak mümkün değildir. Meselâ, zorluk sebebiyle adam öldürmenin câiz olmaması gibi.
NOTLAR :
(1) KARZ
http://www.sorularlaislamiyet.com/subpa ... e&aid=1187
Borç, kredi, altın, gümüş, nakit para ve mislî olan şeyleri başkasına ödünç vermek anlamında bir İslâm hukuku terimi. ..
Kur'ân-ı Kerîm'de "Allah'a ödünç vermek" şeklinde ifadesini bulan, fâizsiz ve karşılıksız verilen ödünç para anlamına gelen "karz-ı hasen"i de kapsamına alan altı kadar âyet vardır. Bunlardan birisi şöyledir: "Allah'a karz-ı hasen olarak ödünç verecek olan kimdir? İşte o, bunun karşılığını kat kat arttıracaktır. Ona, bundan başka çok değerli bir mükâfat da vardır " (el-Hadîd, 57/ 11, konu ile ilgili âyetler; el-Mâide, 5/12; el-Bakara, 2/245; el-Hadîd, 57/18; et-Teğabun, 64/17; el-Müzemmil, 73/20).
Bu konuda Hz. Peygamber'in çeşitli hadisleri vardır. "Bir müslüman diğer müslümana iki defa ödünç (para) verirse, bir defa tasaddukta bulunmuş gibi olur" (eş-Şevkânî, Neylü'l-İvtâr, V, 229).
Enes b. Mâlik'ten şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Allah'ın elçisi şöyle buyurdu: Mirac gecesi bana, cennet kapısında şöyle bir yazı gösterildi. Sadaka için on katı, karz-ı hasen için ise onsekiz katı ecir vardır. Cebrâil'e, karzın niçin sadakadan daha üstün olduğunu sorduğumda, su cevabı verdi: Şüphesiz, dilenci (çoğu zaman) yanında varken ister. Ödünç isteyen ise, ancak ihtiyaç sebebiyle ister" (İbn Mâce, Sadakât, 19; el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, lV, 126).
…
İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre, karz akdinde va'de şartı geçerli değildir. Aksi halde nesîe ribâsı söz konusu olur. Karz başlangıçta teberru niteliğindedir. Ödünç veren için bedelini derhal isteme hakkı doğar. Ancak sure belirlenmiş olur ve ödünç veren buna riayet etmiş bulunursa, ödünç alana kolaylık göstermiş ve iyi bir iş yapmış olur.
…
Hanefîlerin meşhur görüşüne göre, ödünç vermenin menfaat celbeden bir tarzda olmaması gerekir. Ancak ödünç verenin yararlanması, akit sırasında şart koşmaksızın ve bu konuda örf de bulunmaksızın olmuşsa bunda bir sakınca yoktur. Meselâ, ödünç alan kimse, parayı geri verirken ilâve yapsa veya teşekkür olarak evini tercihen ödünç para verene satsa, bunda bir sakınca bulunmaz. Câbir b. Abdillâh'tan şöyle dediği nakledilmiştir: "Benim Rasûlüllah (s.a.s) da bir hakkım (alacağım) vardı. Bana bunu ziyade ederek ödedi" (Müslim, Müsâkât, 120; ea-şevkânî, a.g.e, V, 231).
…
İslâm'da karz yoluyla kısa va'deli ve küçük kredileri temin etmek mümkün olabilir. Bu, akrabalık, dostluk, karşılıklı yardımlaşma, karşılığını âhirette alma, ileride kendisi de benzer ekonomik sıkıntıya düşerse destek hazırlama gibi düşüncelerle yapılabilir. Kısa vadeli ihtiyaçların esnaf, tüccar ve komşularla hısım akraba arasında çözümlenmesi ve bundan bir yarar beklenmemesi en güzel ve kalıcı bir çözümdür. Bu yolla fertler birbirine yaklaşır, iyilik duyguları güçlenir, ayrıca taraflar sürekli olarak karz-ı hasen sevâbına nâil olurlar. İslâm'da uzun va'deli ve büyük krediler için kâr ortaklığı esası getirilmiştir. Çünkü bir yarar olmaksızın insanların birbirlerine yardımcı olmaları süreklilik arzetmez. Özellikle kredinin miktarı büyüdükçe, bunu karz-ı hasen ölçüleri içinde çözmek mümkün olmaz. Krediye ihtiyacı olan iş adamı dürüst çalışır, ortaklarını gerçek mal varlığına hissedar yapar ve gerçek kârı paylaşmaya, ya da ortakların anaparalarına eklemeye razı olursa, kredi problemine çözüm yolu bulmak kolaylaşabilir.
Hamdi DÖNDÜREN
(2) HAVÂLE
http://www.sorularlaislamiyet.com/subpa ... le&aid=873
Gönderme, nakletme, bir işi başkasına gördürme, devretme. Borçlunun borcunu
doğrudan doğruya değil de üçüncü bir şahıs veya kurum aracılığıyla ödemesi. Fıkıhta; "borcu
bir kişiden başka bir kişiye nakletmektir" diye tanımlanmıştır (Fetâvây-ı Hindiyye tercümesi
VI,187). Mecellenin tarifine göre "deyni (horcu) bir zimmetten diğer ümmete nakletmektir" (mad. 673).
Borçlunun ister bu üçüncü şahısta (muhalün aleyh) alacağı olsun ve bu alacağını
borçlu bulunduğu kişiye havale etsin (kaynaklardaki ifadesiyle; alacaklısını o kişiye havale
etsin) "Seni, bendeki şu kadar alacağını almak üzere filana havale ettim" demesi gibi, isterse
sözleşme yaparak onun vasıtasıyla borcunu ödesin, ikisi de havale kapsamına girer.
….. Havale bir akid (hukuki sözleşme) dir. Her akidde olduğu gibi havale akdi de "icab" ve "kabul" ile gerçekleşir. Borçlunun alacaklıya "alacağını almak üzere seni filâna havale ettim" veya "sana olan borcumu filandan al" demesi icab; alacaklının da: "Kabul ettim" demesi
kabuldür. "Kabul", hem alacaklı hem de havaleyi ödeyecek (muhalün aleyh) tarafın
rızasıyla gerçekleşir.
Havale akdiyle borçlu, borcu kendi üzerinden başka bir şahsa nakletmiş yani ona havale etmiş olur. Borç kendisine havale edilen kişi ve alacaklının kabuluyle akid tamamlanmış olur. Muhalün aleyh (havaleyi kabul eden, yeni borçlu) tarafından borcun ödenmesiyle de akit sona erer.
…. havale, borç ilişkilerinde ve ticârî işlemlerde kolaylık sağlamak için, sosyal bir ihtiyacı karşılamak üzere meşru kılınmış bir akiddir. Şartlarını yerine getirerek yapılacak bu akid,
insanların birbirlerini daha iyi tanımalarına, ilişkilerini ona göre düzenlemelerine, bu vesileyle
başka iyi münasebetler tesis etmelerine yardımcı olabilir.
Sosyal hayatta hoşgörü, birbirine güven, verilen sözü yerine getirme, İslâm'ın bize öğrettiği önemli prensiplerdir….
Hadis-i Şerifte, muameleleri kolaylaştırmak için, ödeme gücü olan birisine havale edilerek alacağını ondan alması istenen kişinin bunu olumlu karşılaması ve buna uyması istenmiştir: "Zengin bir insanın borcunu ödemeyip uzatması zulümdür. Bir kimse böyle zengin, borcunu ödemeye gücü yeten birisine havale edilince ona uysun, o havaleyi kabul etsin" (Ö. N. Bilmen, İstılahutü'l Fıkhiyye, Kamus, VI/298).
….Havale ile borçlu borcundan kurtulmuş olur.
Bir kimse bir şahsı, üzerinde alacağı olan bir adama havale ederse bu durumda alacaklı muhayyerdir. İsterse havale olunana gider ondan alır; isterse asıl borçludan alır.
Borçlu borcunu öder, alacaklı ise kabul etmezse; kâbul etmeye zorlanabilir (Fetâvây-ı Hindiyye tercümesi, VI, s. 192, 210).
Halit ÜNAL
(3) HACR
http://www.sorularlaislamiyet.com/subpa ... le&aid=791
Men etmek ve kısıtlamak. Aynı. kökten hicr; akıl, yakınlık, hısımlık, men etmek ve himaye anlamına gelir. Terim olarak hacr; İnsanı maldan tasarruftan men etmektir. Hanefîlerin tarifi şöyledir: Hacr; bir kimseyi belli sebeplerden ötürü kavlî tasarruflarından ve yaptığı akitlerin bağlayıcı olmasından alıkoymaktır. Hacr altında bulunan kimseye "kısıtlı (mahcûr)" denilir. Kısıtlı kimse satım veya hibe gibi bir akdi veya kavlî tasarrufu bizzat yapsa, bu bağlayıcı olmaz. Buna bir hüküm gerekmez ve kabzla mala mâlik olunmaz. Kısıtlık daha çok sözlü tasarruflarda etkisini gösterir. Fiillerde hacr tasavvur olunmaz. Çünkü vuku bulmuş olan fiili kaldırmak mümkün değildir. Kısıtlının yapacağı akit mevkûftur. Yani geçerli olması hukukî temsilci olan velî veya vasînin icazetine bağlıdır (İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, Mısır 1307, V, 97, 99,108; el-Meydânî, el-Lübâb, II, 66). …..
Kişiyi hacr altına almanın meşrûluğu Kitap ve Sünnete dayanır. Âyetlerde şöyle buyurulur: "Allah'ın sizi başına diktiği mallarınızı beyinsizlere vermeyin. Kendilerine bunlardan yedirin, giydirin onlara güzel söyleyin" (en-Nisâ, 4/5). Cenab-i Hak bu âyette, velîlere mallarını sefîhlere vermelerini yasaklamaktadır., Bu, onları mallarında tasarruftan alıkoymak anlamına gelir. Başka bir âyette şöyle buyurulur: "Yetimleri nikâh çağına erdikleri zamana kadar gözetip deneyin. Kendilerinde bir olgunluk (rüşd) görürseniz, mallarını onlara teslim edin" (en-Nisâ, 4/6). Burada, yetimlerin mallarını koruyup koruyamayacaklarını anlamak için onların denenmesi istenmektedir: Âyet, rüşd'ten önce malların onlara teslimini yasaklamaktadır. Diğer bir âyette de şöyle buyrulur: "Eğer üstünde hak bulunan borçlu bir beyinsiz (sefîh) veya zayıf akıllı olur, yahud da bizzat yazdırmaya gücü yetmezse, velisi dosdoğru yazdırsın" (el-Bakara, 2/282). Burada, borcu yazdırmaya, onu bir teminata bağlamaya gücü yetmeyen borçlunun yerine bu görevi velisinin yapması istenmektedir.
Hz. Peygamber, Muaz (r.a.)'ı mal, konusunda hacretmiş, Hz. Osman da (ö. 35/655), malını saçıp savurması yüzünden Abdullah b. Ca'fer'i tasarruflarında kısıtlamıştır (eş -Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, V, 245).
Kişiyi hacr altına almanın iki sebebi olabilir. Ya şahıs kendisi veya malı bakımından korunur, yahut da başkalarının menfaatı gözetilir. Akıl has tası, küçük, sefih ve malını saçıp sa vuran kişinin kısıtlanması kendi yaran içindir. İflâs eden borçlunun kısıtlanması, alacaklıların; Ölüm hastasının kısıtlanması ise, terekenin üçte birinden fazlasında mirasçıların haklarını korumak amacına yöneliktir.
….. İslâm hukukçuları tarafından ittifakla kabul edilen hacr sebepleri şunlardır: Küçüklük (sığâr, sabâvet), Âkıl hastalığı (cünûn), bunaklık (ateh), kölelik (rikk), umuma zarar verme (zarar-ı ûmm), ölüm hastalığı (maradu'l-mevt).
Ebû Hanife (ö. 15/767) ve diğer bazı hukukçulara göre, sefihlik (sefeh, sefâhet), aptallık (beleh, belahat, gaflet) ve borç (deyn) hacr sebebi değildir. Bu sonuçları hacr sebebi sayanlara göre, bunun ayrıca hâkim kararına dayanması gereklidir. Umûma zarar verenlerin durumu da aynı hükme tabidir. Küçüklük, akıl hastalığı, bunaklık ve kölelik ise, hâkim kararına gerek olmaksızın, kendiliğinden hacr sebebi olarak ortaya çıkar.
…… Borçlular üçe ayrılır: Mâlî durumu iyi olduğu halde borcunu vermek istemeyen ve onu sürekli geciktiren kimse. Malı borcuna denk veya borcundan daha az olanlar. Ödeme güçlüğü çeken ve elinde hiçbir karşılığı bulunmayan kimse.
Ebû Hanife'ye göre, borçlular hacredilmez. Hâkim bunların mallarını satamaz. Varsa para ve borç cinsinden mallarını alacaklılarına istihsanen verebilir. Mal satılıp borç ödenmezse, hâkim alacaklıların isteği üzerine borçluyu hapseder. Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve öteki üç mezhebe göre, borçlular, alacaklıların isteğiyle hâkim tarafından hacredilir.
Mâlî durumu iyi olan borçlular, mallarını satıp borçlarını ödemekten kaçınırlarsa, hâkim onların mallarından yeteri kadarını satar ve bedelini alacaklılara dağıtır. Ancak hâkim, borçlunun âilesi için zarûrî ihtiyaçlarından olan yiyecek, bir iki kat elbise gibi giyecek, mesken ve benzerlerini satamaz (el-Meydânî, a.g.e., II, 20; İbn Âbidîn, a.g.e., V, 101). …..
Hamdi DÖNDÜREN