"VERESİYE DEFTERİNİ HALİÇ'E ATTIM"
Coşkun Yılmaz

Soru: Efendim doğum tarihinizi öğrenebilir miyiz?
Cevap: 1322 (1906) yılında doğmuşum.
Soru: Doğum yeriniz hakkında bilgi verir misiniz?
Cevap:[/b] Çanakkale'nin Ayvacık Kazası'nın Ahmetçe Köyü'nde doğdum. Köyümüzün insanları, birbirlerine saygılı insanlardı. O zamanlar okul pek yaygın olmadığından cahildiler, ama dürüst insanlardı, hakka hukuka riayet ederlerdi. Hiç hırsızlık olmazdı. Uygunsuzluk, ayyaşlık yoktu. Cuma günü köyün pazarıydı. Herkes satılacak malını getirir, caminin önüne koyar giderdi. Hiçbir zarar olmazdı. İnsanlar birbirlerine sevip sayarlardı, güvensizlik yoktu.
Soru: Babanızın işi neydi?
Cevap: Babam ilmiyyedendi. Fatih Medreseleri'nde, amcam Molla Mustafa'yla tahsil yapmışlar. Fatih Medreseleri'ne kıble tarafından girince "Baş Kurşunlu Medresesi" denilen yerde, üçüncü odada 9 sene kalmışlar. Sonra seferberlikte askere gittiler. Ulum-u diniyye'den mücazdılar. Küçük amcamız, seferberlik çıkınca icazet alamadan askere alınmış. Üçü de Çanakkale Harbi'ne iştirak ettiler.
Soru: Babanız kaç kardeşti?
Cevap: Üç kardeştiler.
Soru: Üçü de cepheden dönemediler mi?
Cevap: Evet, üç kardeşin üçü de savaşta şehit oldular. Molla Mustafa Amcam Gazze'de şehid olmuş. Siperden çıkıp silah elindeyken alnından vurulmuş. Küçük amcam da kayıp. En son Silifke'den haberi gelmişti. Babam seferberlikte "mekkare" (ulaştırmacı) imiş. Sağ el orta parmağında hafif bir sakatlık olduğu için gayri müselleh idi. Vefatı askerde oldu. Çanakkale'de bulundu. Sarıkamış'tan mektubu gelirdi. Çok güzel yazısı vardı, muhafaza edemedik. Nerede vefat ettiğini bilemiyoruz.
Soru: Kaç kardeşsiniz?
Cevap: Üç kardeştik. Bir ablam vardı, bir de küçük kız kardeşim. Onlar benden evvel vefat ettiler. Birisinin adı Ümmü, diğerinin de Fevziye'ydi.

Soru: Efendim, sizin 'Sülale-i Tàhire'ye (Hz. Peygamber'in ailesine) mensubiyetiniz nereden geliyor?
Cevap: Babaannemden geliyor, babaannemin baba tarafından. Onlar Buhara'dan gelmişler. Ancak bunu kendisine soramadık, Ayşe Halamız vardı, o anlattı. Ayşe Halamız çok sâfi idi, olgun bir insandı. Tanıdıklar cephede şehid oldukça, o -daha bir yerden işitilmeden- haber verirdi. Halamın evliya olması ihtimali çok kuvvetliydi. Ayşe Halam'ın -babamın da- annesi, Dudi Ninem de mükemmel bir fıkıh hocasıydı.
Soru: İsminizi kim verdi?
Cevap: İsmimi babam ve dedem verdi. Dedem, babasının adı "Halil" olduğu için, "Halil olsun" demiş. Babam da "Necati" adını istediğinden ve iki isteği de birbirinden ayırmayıp yerine getirmek için adımı "Halil Necati" olarak belirlemişler. Dedemle babamın müşterek karan ile adım konulmuş.
Soru: Efendim, annenizden bahseder misiniz?
Cevap: Annem çok iyi bir insandı. Rikkatli, merhametli, çalışkan bir insandı. Ölünceye kadar beraberdik. Dedem, üç gelini içerisinde annemi öz evladı gibi severdi. Annem de onlara annesi, babası gibi hürmet ederdi. Hizmetlerini yerine getirmeye büyük gayret sarfederdi. 1950'lere kadar yaşadı. Tarihini not etmemişim, vefat ettiğinde yıl 1953'tü. Yeni memurdum, annem köyümüzde vefat etmişti, izin alamadığımdan cenazesine gidemedim.
Soru: Babanızın vefatından sonra sizi kim himaye etti?
Cevap: Dedem Molla Abdullah baktı bize. Dedem de çok iyi bir insandı. Dindar, gayret-i diniyye sahibi, hamiyetperver, iyilikperver bir insandı. Babamın şehadetinden sonra hamimiz dedemdi. Beni okutan, okula gönderen, ilim tahsilime gayret eden de kendisiydi. Arpayı, buğdayı, Bayramiç Kazası'nın köylerinden temin edip getiren oydu. 1928 senesine kadar beraberdik, o sene vefat etti. Ben o zaman 22 yaşındaydım.
Soru: Aileniz Gümüşhanevi Hazretleri'yle nasıl tanışmışlar?
Cevap: Dedem Süleymaniye'de bir müddet mollalık etmiş. Mollalık ettiği zamanlarda Gümüşhaneli Hacı Ahmed Efendi Hazretleri orada vazife yapıyorlarmış, postta imişler. Dedem ona intisab etmiş, sonra mollalığım devam ettirememiş, köye dönmüş. Köye döndükten sonra babamlar yetişmiş, Gümüşhanevi Hazretleri henüz postta iken birisi vasıtasıyla Fatih Başkurşunlu Medreseleri'ne babamları, üç kardeşi götürmüşler. Babamlar icazetini alamamış, icazet alıncaya kadar, dokuz sene müddetle orada kalmışlar. Tahsillerini bitirdiklerinde tabii seferberlik olmuş, askere çağrılmışlar.
Soru: Dedenizi ya da babanızı Gümüşhanevî Hazretleri'nin evlatlık edinmek istediğini duymuştuk...
Cevap: Evet, büyükbabam Molla Abdullah hizmette gayretli, çok çalışkan bir insandı. Halini, huyunu, gayretini sevdiği için iltifat olarak ayrıca "Evladım ol" diye buyurmuşlar Hacı Ahmed Efendi Hazretleri.
Soru: Gümüşhaneli Dergâhı'na intisabınız nasıl oldu?
Cevap: İntisabım da şöyle olmuştu: Hasan Hilmi Hazretleri'nin zamanında tahsilini yapmış, Bayramiç Kazası'nın Çırpılar Köyü'nden Hacı Ali Efendi vardı; Hasan Hilmi Hazretlerine intisab etmiş, iki defa da halvete girmiş. Tahsilini bitirdikten sonra köyüne dönmüş, -Çırpılar köyü Kazdağı'nın hemen eteğinde yer alan 80 hanelik bir köy- malî durumları iyi imiş. Muhitinin yardımlarıyla da köyünde 23 odalı bir medrese yapmış. O zamanın usulü dairesinde izin aldıktan sonra resmen orada faaliyete geçmiş ve yüzlerce talebe yetiştirmiş. İlk intisabım 1928'de ona oldu. Elhamdülillah o zamandan beri de bu yolun içindeyiz.
Soru: Çırpılarlı Ali Efendi'yle nasıl tanıştınız?
Cevap: Dedem, Çanakkale'de şehit olan babamlardan beklediği hizmeti göremediği için beni oraya okumaya götürdü. İki sene kadar orada kaldık. Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarıldıktan sonra medreseler kapatıldı, biz de oradan ayrıldık.
Soru: Kendilerine talebe olduğunuzda kaç yaşınızdaydınız?
Cevap: On yedi yaşımdaydım.
Soru: Çırpılarlı Ali Efendi'yi anlatır mısınız?
Cevap: Çok mükemmel, çok sevimli bir insandı. Mum gibi bir yüzü vardı. Melek gibiydi. Uzunca boylu, zayıf yüzlüydü. Allah'ın evliyasından olduğu açık seçik meydandaydı. Askerden Edremit'e geldi, Dereli Köyü'ne gittik. İhvandan üç kişinin olduğu bir evde bana dersi kendisi teklif etti. "Efendim yapabilir miyiz acaba?" dedim. "Sizin bizim yanımızda kıymetiniz altın külçesinden fazladır" diye iltifat etti...
Soru: Medresesi duruyor mu?
Cevap: Hayır. Yıkıldı, yıkmışlar. Yerini de devlete vermişler. Bu sene bir anma merasimi yaptık. Es-'ad, yeni yer bularak Ali Efen-di'nin medresesini ihya etmek istiyor.
Soru: Medrese kapandıktan sonra ne yaptınız?
Cevap: Köyde kendi işlerimizle uğraştık. Mahsulümüz zeytindi. Yapılması gereken işler bunlardı. Zeytin üreticiliği diyebiliriz. Lazım gelen hizmetleri devamlı yapardık.
Soru: Hafızlığa kaç yaşında başladınız?
Cevap: 9 yaşında hafızlığa başladım. 25 yılda hafızlığımı tamamladım. Hocamız Çankırılı Mustafa Efendi'ydi. Aslen Çankırılı ancak tahsilini İstanbul'da yapmış. Köyde, çocuğu olmayan bir kadın bunu evlatlık edinmiş. Sonra da köyün hocası olmuş. Ben de hıfzımı onda tamamladım. Aynca ibtidaî, gayri resmî okullar vardı. Tahsilim orada oldu. İlkokula muadildi.
Soru: Efendim, sizin evliliğiniz nasıl oldu, geriye dönüp baktığınızda hayat arkadaşınızla ilgili neler hissediyorsunuz?
Cevap: 1928 senesinde, 22 yaşında evlendim. Allah kendisinden razı olsun. Hep rahmetle anıyorum. Biz nişan yaptığımızda, Şadiye Hanımefendi'nin yaşı küçüktü, üç sene nikahlı kaldıktan sonra cemiyet yapabildik. Çok muhterem, gün görmüş, zeki, sevilen ve sayılan bir insanın kerimesidir. Kayınpederim Ahmet Çavuş ağabey olarak, kardeş olarak, kardeşlerinin hepsini iş sahibi yapmış, kendi işlerine ortak etmiş çok mahir, iş bilen, iyilikperver, herkesin yardımına koşan, sevilen, sayılan, köyün önde gelen bir şahsiyetiydi. Kerimesi, Şadiye Hanımefendi'yi de terbiye-i İslamiyye üzene yetiştirmişti. Dindar bir hanımefendiydi. Evini, çocuklarını çok severdi. İyilikperver, yardımsever, herkesin yardımına koşan bir yapısı vardı. Komşuluk hukukuna riayet ederdi. Komşuları da ondan çok memnundular. Gönül yıkmamaya gayret ederdi. İçli, hisli bir insandı. Gıybeti hiç sevmezdi. Birisi gıybet edince, "Aman evladım, aman kardeşim, boş ver, günaha girme" diye ikaz ederdi. Hatta o şahıs gıybete devam ederse oradan kalkar giderdi. Adab-ı İslamiyye sahibiydi. Çocuklarımızı da bu terbiye üzerine yetiştirdi. Onların üzerine titrer, ibadetlerini en iyi şekilde yapmalarına gayret ederdi. Çok mahir, ev idaresini bilen, geçim sahibi bir hanımefendiydi. Çok sıkıntılı günler yaşadık. O sıkıntılı günlerimde beni hiç yalnız bırakmadı, hep destekledi, tevekkülle hareket edip evi çekip çevirdi. 7 Ağustos 1964 günü rahmet-i Rahman'a kavuştu. Allah gani gani rahmet eylesin.
Soru: Kaç çocuğunuz var?
Cevap: Yedi çocuğum var. Birisi '64 senesinde vefat etti. Mithat'ın daha küçüğü Mustafa Enver oğlumuz (üçüncü idi) hastalandı ve vefat etti.
Soru: Hocamız kaçıncı evladınız, Çanakkale'de mi doğdular?
Cevap: Es'ad, benim dördüncü evladım olur. Çanakkale'de, köyde doğdu. Dört yaşında iken İstanbul'a geldik.
Soru: Geliş sebebiniz neydi?
Cevap: Çocukları okutmak için geldik. Köyde üç sınıflı okul vardı.
Arnavut Cemal Efendi diye bir öğretmen vardı. Namaz kılan memurlar ibadetlerini gizlice yaparken, ihtiyat gösterirlerken, o namazını açıktan kılardı. Mehmet Kazım için "Bunun kadar zeki çocuğa tesadüf etmedim, bunu okut" dedi. Diğerlerini de mahrum etmemek için, İstanbul'dan ortak iş teklifi alınca kalkıp geldik. Yedi çocuklarımın beş tanesi erkekti. Onları okutmak niyetiyle İstanbul'a geldik.
Soru: İstanbul'da hangi işlerle uğraştınız?
Cevap: İlk iş olarak ticareti seçmiştim. Ticarette başarılı olamadım, daha sonra memur oldum.
Soru: Başarılı olamayışınızın sebebi nedir?
Cevap:Sermayeyi kaptırdım. Alacağımı, veresiye verdiğim yerlerden tahsil edemedim. Müslüman gördüğüm, hüsn-ü zan ettiğim insanlardan verdiklerimi alamadım. Hem parayı hem de müşterileri kaybettim. Rum tezgahtarımız vardı, bir kısmını da o aldı gitti. Parayı sakladı, fakat, yemek nasip olmadan gırtlak kanserinden öldü. Veresiye defterini de Haliç'e attım, kafama takılmasın diye.
__________________