es-selamü aleyküm!
aslında yazıyı bir gün önce hazırlamıştım ve bahsi geçen terimlerin bir çoğu ile ilgili olarak bağlantı eklemiştim. Maalesef o gün sitemizde mesaj gönderimi konusunda yaşadığımız sıkıntı sebebiyle yazıyı sitemize koyamadım. Ertesi günkü aktarımda da dikkatimden kaçmış (yaşlılık belirtileri).
Bugün mudaraba, murabaha, muşaraka, faiz konularında mümkün mertebe kısa bilgi ve daha çoğuna ulaşmak için bağlantılar belirtmeye çalıştım.
Aslında "usûl olmadan, vusûl olmaz" derler ya, usûlüde tam tesbit edemedik amma, Yüce Allah (c.c.) tevfikini refik eylesin de, maksad hasıl olsun.
"
Mudaraba : Bir ortak sermayeyi, diğeri emeğini ortaya koyarak şirket kurabilirler. Buna mudâraba denir. Islâm'da mudâraba, özel sektörün uzun veya kısa vadeli her çeşit kredi ihtiyacını karşılamak için elverişli bir ortaklık çeşididir. Elinde büyük sermaye birikimi olan birçok kimseler bunu işletmek, bir ticaret işinde kullanmak ister.
Ancak bilgisi, tecrübesi veya sağlığı elverişli olmadığı için bu arzusunu gerçekleştiremez. Yine toplumda bilgili, yetenekli ve ticaret işine yatkın bir çok kimseler de sermaye yokluğundan dolayı ticarete atılamaz. Işte, mudâraba, birbirine muhtaç olan bu iki unsuru bir araya getirir. Ve iki taraf da bundan kârlı çıkar. Böylece toplumda muattal kalan sermayeler ve iş bulamayan kabıliyetler değerlenmiş olur. Bu çeşit ortaklık itimada dayanır. Işi yürütmeyi üzerine alan ortak güvene lâyık olmaya çalışır. Giderek dürüst iş adamları meydana gelebilir. Işletmeci (mudârib), emeğinin karşılığı olarak net kârın sözleşmede belirlenen yüzdesini alır. Bu kâra mahsûben avans olarak maaş da
alabilir.
Hesap dönemi sonunda zarar ortaya çıkarsa, bu yalnız sermaye sahibine aittir. Zarar, önce kârdan karşılanır. Kâr yeterli olmazsa ana paradan ödeme yapılır. Bu takdirde işletmeci herhangi bir şey alamaz. Kasıt ve kusuru bulunmadıkça işletmeci zarardan sorumlu tutulmaz. Zarar halinde, sermaye sahibi sermayeşinin tamamını veya bir bölümünü kaybederken işletmeci de emeğinin karşılığını alamamaktadır (es-Serahsi, el-Mebsût, XXII,19, 98; el-Kâsânî, Bedayıus-Sanayı', VI, 87, 98; Ibnül-Hümam, a.g.e., V, 58, 70 vd.; Ibn Rüşt, Bidâyetül-Müctehid, II, 204).
Mudârabe ortaklığının bir başka önemli yönü de, ortaklığın yürütülmesinde işletmeciye tanınan esnekliklerdir. Işletmeci, kendisine verilen sermayeyi işletmek üzere üçüncü şahıslarla yeni ve ayrı mudâraba ortaklıklarına
girebilmekte, hattâ bu ortaklıklar çok sayıda olabilmekte ve bunların sayısına bir sınırlama getirilmemektedir.
Mudârabanın bu özelliği, Islâm bankacılığının esasını oluşturur. Sermaye sahibine veya sahiplerine ilk işletmeci muhatap olacağı için, onun menfaati zedelenmez. Belki daha iyi işletme yüzünden kâr marjı artabilir. Işletmecinin
yaptığı işi, daha düzenli ve geniş ölçüde bir kuruluş yaparsa; tasarruf sahiplerinin mevduatını ticarete ve yatırımlara yönlendirdiği, dürüst ve yetenekli alt işletmeci (mudârib)leri bulmada aracılık ettiği için, ilk mudâraba anlaşmasında
belirlenen işletme kârını almaya hak kazanır. Faizsiz kredi kullandıran böyle bir finans kuruluşu, mevduat
sahiplerine daha fazla kâr verebilmek için gereken ihtimamı gösterir. Aksi halde kâr miktarının belirsiz oluşunun yaratacağı olumsuz etki kendisini gösterir.
http://www.uluyol.net/modules.php?name= ... nt&tid=341
Murabaha : Alış fiatı veya maliyet üzerine bir miktar kâr ilâvesiyle yapılan satış muamelesi.
İslâm hukukunda murabahalı satış akdi güven esasına dayalı akitlerdendir. Bu tür akitlerde alıcı, satıcının beyânının doğruluğuna itimad ve akdi buna bina etmektedir. Bundan dolayı müşterinin rızasına engel olabilecek en küçük yalan beyan veya açıklanması gereken bir hususun açıklanmaması, akdin oluşmasına engeldir.
Şartları: Alış fiyatı veya maliyetin belli olması gerekmektedir. Murabahalı satışta müşterinin malın ilk fiyatını veya maliyeti bilmesi akdin sıhhat şartıdır. Birinci bedel veya maliyet bilinmediğinde akit meclisinde bu durum açıklığa kavuşuncaya kadar akit fasittir. Meclis bu şekilde dağılırsa akit batıl olur (Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâi, Kahire 1327-28/1910, V, 220; İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, Kahire 1386-89/1966-69, V, 124).
Kâr miktarı belli olmalıdır. İslâm hukuku, alış-verişlerde belli bir kâr sınırı koymamıştır. Bundan dolayı alış fiyatı veya maliyet üzerine eklenen kâr miktarının müşteri tarafından bilinmesi gerekir. Çünkü kâr, satış bedelinin bir kısmım teşkil etmektedir (Kâsânî, a.g.e., V, 221; Damad, Mecmau'l-Enhur, İstanbul 1328, II, 75; İbn Âbidîn, a.g.e., V,124; Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî, Dımaşk 1405/1985, IV, 704).
Malın, elinde ve mülkünde kıyemî bir mal bulunan şahsa satılması durumunda, ana bedelden ayrı, belli miktarda bir kâr tesbit edilirse bu satış câizdir. Elbise karşılığında alınan bir saat şeklinde yapılan alışverişte elbisenin bir üçüncü şahsa elbise ve şu kadar kâr şeklinde satılması gibi.
Aralarında riba cereyân eden mallar (aynı miktar ve peşinen) misli misline trampa edilmiş ise, bu maddeler murabahalı olarak satılmaz. Aralarında ölçü, tartı ve cins birliği bulunan mallar kendi cinsi ile mübadele edilmek istendiğinde aynı miktarda ve peşin olarak mübadele edilirler. Aksi takdirde aradaki fark faiz olur. 1 kg. Bağdad hurması ile 1 kg. Medîne hurması peşin olarak mübadele edilebilir. Burada herhangi bir fazlalık faiz olur ve bu mal murabahalı olarak satılamaz. Çünkü murabaha ana değere kâr ilâvesiyle yapılan satıştır. Kendisinde ribâ cereyan eden -altın, gümüş, buğday, arpa gibi- mallarda ki fazlalık ise kâr değil ribadır. Ancak cinsleri ayrı olan mislî mallar murabahalı olarak mübâdele edilebilir. 10 doları 20 marka satın alıp, 2 mark karla 22 mark'a satmak gibi (Serahsî, a.g.e., XIII, 82, 89; Kâsânî, a.g.e., V, 221-222; Zühaylî, a.g.e., IV, 706).
http://fikih.ihya.org/ans.php?t2=oku&an=975&g=cUX2&s=20
Muşâraka: (inan) ortaklığı. Iki ve daha çok kişinin ticaret yapmak, elde edecekleri kârı
paylaşmak üzere ortaklık kurmasıdır. Tasarrufların doğrudan yatırımlara ve ekonomik faaliyetlere sevki, sanayı,
ticaret ve tarım kesiminde sermaye birikimi oluşturulması, muşâraka yoluyla mümkündür. Burada her ortak şirkete belli miktar sermaye veya hem sermaye, hem de emeği ile ortak olur. Net kârın paylaşılması serbest sözleşme ile olur. Zarara katlanma ise sermaye oranlarına göredir.
Muşâraka'da ilk ana para mala dönüştükten sonra, ortakların hakları şirketin mal varlığı üzerinde kuruluştaki hisse
oranlarına göre devam eder. Hesap dönemi sonlarında dağıtılmayan veya kısmen dağıtılan kârlar veya enflasyon gibi sebeplerle şirketin mal varlığının büyümesi, ortakların hisselerinin de büyümesi anlamına gelir. Bu fazlalığın hisse senetlerine yansıtılması gerekir. Meselâ;100 kişi, her biri 1 milyon TL. koyarak bir ticaret şirketi kursalar; 5 yıl
sonra şirketin mal varlığı yeniden değerleme sonucu 3 milyar Tl.na yükselmiş bulunsa, her ortağın hissesi mal üzerinden 30 katına, yani 30 milyona çıkmış olur. Eski hisse senetlerinin 30 milyon yazan yenileri ile değiştirilmesi gerekir. Böyle bir şirketten bir ortak ayrılmak isteyince, mallar bölünebilir cinstense, malın % 1'ini alır veya
ortağın hissesi şirketçe ödenerek geri kalan ortakların hisselerine eklenir. Ya da bu hisse pazarlık yoluyla üçüncü bir şahsa satılabilir (es-Serahsî, a.g.e., 151; el-Kâsânî, a.g.e., VI, 57-62; Ibn Kudame, el-Muğnî, V, 27).
http://www.uluyol.net/modules.php?name= ... nt&tid=341
Faiz : Faiz; artış, fazlalık, ilave demektir. Kur'ân'da ?Ribâ? olarak geçer. Kur'an-ı Kerîm'de şöyle gelmiştir: ?Faiz (riba) yiyenler, şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktıkları gibi (kabirlerinden) kalkarlar. Bu hal onların, alım-satım da tıpkı faiz gibidir, demeleri yüzündendir. Halbuki Allah, alım-satımı helal, faizi ise haram kılmıştır. Artık bundan sonra kim Rabbinden gelen öğüdü (emri) dinler de faizden uzak durursa geçmişteki (yani anaparası) kendinindir. Artık onun işi Allah'a kalmıştır. Kim tekrar faize dönerse işte onlar cehennemliktir. Orada devamlı kalırlar? (Bakara 275).
Faizin oluşması için çok önemli iki şart vardır. Bunlardan biri cinsiyet diğeri de zamandır. Zaman vade ile alınan bir malın bedeline konan vade farkıdır ki, işte bu vade farkına faiz derseniz o faizdir ve haramdır. Ama bu farka, sadece vade farkı der taksit alış-verişine sokarsanız, o zaman alınan bu fark faiz olmaz.
Kur'an Riba'yı haram kılınca o günün Arapları ?Öyleyse alış-veriş de bir ribadır. Ha para karşılığında mal almış, ha da para verip fark olarak para almışsın. Ne fark eder hepsi alış-veriştir? dediler. Cevap olarak Allah, ?Alış-veriş helal, Riba haramdır? şeklinde cevap verdi.
Faizle ilgili olarak bugün de pek çok kimse aynı mantığı kullanıyor. Halbuki alış-verişte tarafların hem rızası vardır, hem de taraflar memnundurlar. Zira satıcı mal temin etmek suretiyle alıcıya hizmet vermiştir. Alıcı da ihtiyacı olan malı bulup aldığı için memnundur. Ama para verip belli müddet sonra para alan iki kişiden biri potansiyel olarak zarardadır. Çünkü zaman daima borçlunun aleyhine çalışmaktadır. En önemlisi de alış-verişlerde faizin en önemli şartı olan cinsiyet yani aynilik tahakkuk etmemiştir.
Mesela Türk lirasıyla herhangi bir maddeyi satın almak alış-veriştir. Bu işlemde -satıcı bir fark alsa da- faiz yoktur. Çünkü verilen para ile alınan malın cinsleri aynı değildir. Malı mal ile değiştirdiğimiz zaman cinsler aynı değilse, alınan fark faiz değildir. Buğdayı buğdayla takas edip alınan fazla faiz olur. Ama buğdayı arpa ile değiştirmekte faiz yoktur. Zira burada cinsler farklıdır. Hatta aynı cinsten olan malların kalite farkı varsa burada da alınan faize girmez. Türk parasını yabancı bir para ile değiştirdiğiniz zaman, alınan fark faiz değildir. Zira, her para ayrı bir cins sayılır.
Ayrıca taksit ile faiz arasındaki fark şudur: Faiz muamelesinde daima potansiyel zararda olan, faizle borçlanandır. Taksitte ise taraflar eşit seviyede riziko yüklenirler. Onun için her iki taraf da memnundur. Zira malı alan onu kullanmak suretiyle faydalanmaktadır. Satan da satılan malın değerinden daha fazlasını alacağı için memnundur. Dinde adlandırmanın da önemi vardır. Bir muameleye faiz derseniz o faiz olur. Ama ona ?vade farkı veya kar payı? derseniz o faiz olmaz. Vade farkı ile alınan mallarda, vade ile ilgili anlaşmaları çok dikkatli yapmak gerekir. Alıcı taksitleri ödeyemediği takdirde nasıl bir yol izleneceği net olarak belirtilmelidir. PROF. DR. ALİ ÖZEK - Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi
http://www.yenisafak.com.tr/yorum/?t=02 ... 12&i=36402